Bölüm 46

1.1K 96 32
                                    

Akşam olduğunda ve hepimiz evlerimize dağılma kararı aldığımızda saat çok da geç değildi. Eve kadar Ashton'la beraber yürüyeceğimizi düşünmüştüm. Sonuçta... o da ben de aynı yere gidiyorduk ve şu anda da aynı ortamda bulunuyorduk, değil mi? Kavga etmeden, aralarındaki ilişkiyi berbat etmeden önceki Ashton ve Robin'in yapacağı türden bir şeydi.

Biz odada Michael'la aramızda bir sorun olmadığından emin olduktan ve sınavlardan sonra yapacağımız partiyle ilgili biraz konuştuktan sonra, ortalıktaki çöpleri toplayıp odayı havalandırmak için pencereyi açmıştık. Sırt çantalarımızı alıp, odayı terk ettik ve hep birlikte John'un yanına, bar kısmına indik. Mekân bizim okul çıkış saatimizden sonra buraya gelmemizin ardından daha da kalabalıklaşmıştı ve John şarkı listesini ayarlamaya çalışıyordu. Tek başına olmasından anlamış olmama rağmen yine de Ashton'ın nerede olduğunu sormuştum.

John da, "Bir işinin olduğunu söyledi, erken çıkmasının sorun olup olmayacağını sorunca ben de önemli bir şey olduğunu düşünüp izin verdim. Acelesi var gibi görünüyordu," dedi. Tüm bunlara rağmen ben bir şey söylemeyince de, "Haberin vardır sanıyordum," diye ekledi.

Aramızdaki buzların ufak ufak erimeye başlamış olmasına rağmen Ashton'ın beni öylece burada bırakıp, haber bile vermeden çıkması beni oldukça şaşırtmıştı. Herkesin yüzümde bir balon gibi şişip büyüyen şaşkınlığı görebildiğine yemin edebilirdim. Neden böyle yaptığını veya artık ne yapmaya çalıştığını bilmiyor, hiçbir şekilde kestirip de anlayamıyordum.

Belki de Nora ile konuşmanın bir fırsatını bulmuştur, diye geçirdim içimden. Yani, olamaz mıydı? Zaten kavga edip de ayrıldıklarından -ya da öyle bir şey işte- beri istediğim şey de tam olarak buydu Konuşmaları. Aralarındaki kırgınlığı halletmeleri ve barışıp, aramıza tekrardan dönmeleri. En az bir saat önce bunun hakkında konuşmuştuk. Tıpkı yaz tatilinde hep beraber olduğumuz zaman ne kadar eğlendiğimizi, her şey hakkında konuştuğumuz günleri, sahilde, Garage 75'de, birbirimizin küçücük sayılan odalarında geçirdiğimiz vakitleri özlediğimizden bahsetmiştik.

Umarım gerçekten bunun için gitmiştir.

John'a ve tabii ki Luke, Michael ve Calum'a karşı bozulduğumu belli etmeden, "Ah, doğru ya," dedim. "Evet. Erken çıkacağını söylemişti. Belki de çoktan eve geçmiştir bile."

Tabii kimsenin buna inandığını zannetmiyordum. Afallamıştım, şaşkındım ve abimin benden önce çıkacağını bilmediğim halde biliyormuş gibi yaptığım gün yüzü gibi ortadaydı. Sırt çantamın sağ omzuna attığım kayışlarından birini destekçim seçip, nasıl avucumun arasına aldığıma dikkat eden Calum'dan hemen gözlerimi kaçırdım ve John'a veda edip, herkesten önce Garage 75'ten çıktım.

Calum bu sabah okula kamyonetiyle geldiği için, hepimiz arabasına doluştuk. Bizi evlerimize kadar tek tek bırakacak, en son da kendisi eve dönecekti. Kamyonetin açıktaki bagaj kısmına sırf eğlence olsun diye oturan Michael ve Luke, ön koltuklarda ikimizin yalnız kalmasını sağlamışlardı. Yol boyunca radyoda akşam vaktinde çalan şarkıları dinleyip, aralık bıraktığımız camlardan içeriye soğuk rüzgârın beraberinde taşıdığı yosunlu ve tuzlu kokuyu ciğerlerimize doldurarak ilerlemiştik. Arada biraz sohbet de etmiştik ama sanırım Calum tam anlamıyla yalnız kalmamızı bekliyordu. Çünkü bir şey söyleyecek gibi görünüyordu ve artık söyleyeceği her ne idiyse, bunun için en yakın arkadaşlarımızın bagajda oturmaları bile yeterince yalnız kalmamızı sağlamış olmuyordu.

Sırayla önce Luke'u, sonra da Michael'ı evine bıraktık. Birbirimizin evlerine kadar yürümemiz gerektiği zamanlarda aradaki mesafe bana hep çok kısa geliyordu, ciddi anlamda bir yürüme mesafesi uzaklığında oturuyorduk hepimiz. Ancak arabayla gidip gelince bu mesafe de hiçbir şeymiş gibi gelmeye başladı. Gerçi altı kişinin arasında hepimizden en uzakta oturan kişi Calum sayılırdı, zira onun evi sahil kıyısının en başında yer alıyordu. Bizimkiler biraz daha ortalarında, iskeleye çok yakındaydı.

Santa Cruz || hoodWhere stories live. Discover now