Bölüm 29: Zayıf Bir Çığlık

260 35 2
                                    

İkinci katta yaşanan yoğun savaşın ardından ikili oldukça yorgundu. Nefeslerini toparlamak için bir süre dinlenmek istediler lakin, bu bile enerjiden yoksun vücutlarının dinlenmesini sağlamadı.

Tüm vücutları, özellikle de Oğuzhan’ın vücudu yorgunluktan bithap düşmüş durumdaydı. Yaranın sağlamış olduğu yanma hissi, tüm bedenini ele geçiriyor gibiydi. Oğuzhan dişlerin sıktı ve bir şekilde güçlükle ayağa kalktı. Kolunda bulunan yaraya bir süre baktı, normal kan akışıyla birlikte hızla gelişen iltihap yaradan hala sızıyordu.

Azra, Oğuzhan’ın davranışlarına dikkat ederek yanından beş adım uzakta kaldı. Oğuzhan’ın yarasını çantasından çıkarmış olduğu bir sargı beziyle sardığını gördüğünde ve bunu yaparken hiç de anormal olmayan surat ifadesini takındığında; Azra’nın suratında ironik bir korku ve şaşkınlık doluydu.

“Sadece yapman gereken sarmak mı? Suyla falan temizlemene gerek yok mu?”

Oğuzhan, Azra’nın sözlerine kafasını çevirdi ve düz bir suratla baktı. “Sence, bunu yaparak bu illetten kurtulabileceksek bu kadar insan nasıl oldu da zombiye dönüştü? İstediğin kadar temizle yine de etkili olacak. O yüzden temizlemenin bir anlamı yok, geçen sefer sarmamıştım bile.”

Azra, biraz kaygılı bir surat ifadesi ortaya koydu. Dudakları hafifçe dişleri tarafından ezildi, “Kendini şuan nasıl hissediyorsun peki?”

Oğuzhan omuz silkerek, “Aslında vücudumun tamamen ateş alacağını falan düşünüyorum. Tüm bedenim şuan yanıyormuş gibi hissettiriyor, ha birde kolum biraz güçten düştü o kadar.”

Azra bunun üstüne sadece ağzı açık bakakaldı. Oğuzhan, Azra’nın daha fazla bu konu hakkında konuşmak istediğini fark etti, “Aslında, hadi boş ver beni ve gidip üçüncü kata bakalım. Belki de Haydar “Adı lazım değil” oradadır.”

Oğuzhan’ın, Haydar’ın soy adıyla ilgili dalga geçmesi Azra’nın komiğine gitti ve hafif bir kıkırtı koyuverdi. Bundan sonrasında ikili daha fazla konuşmadan üçüncü kata çıkmak için kafası patlamış ya da delinmiş zombilerin arasından geçtiler.

Çürük kokusu tüm merdiven boyunca burunlarına dolmaya devam etti, yuvarlanma sırasında bedeninin farklı bölgelerini sakatlayan zombilerin kanı tüm merdiven duvarına sıçramıştı.

Üçüncü kat, tıpkı ikinci kat gibiydi. Ufak bir farklılık aramak istenirse eğer; bu katta ofis çalışanlarının çalışması için daha fazla çalışma masası, bilgisayar ve benzeri ofis eşyaları vardı. Tek bir zombiden eser olmayan bu kat, oldukça sessiz ve sakindi. O kadar sessizdi ki, ikili her adım attığında tüm katta yankılanıyordu. Oğuzhan bu sesler sonunda, “Belki de yapıldığı andan itibaren en sessiz zamanını yaşıyor,” diye düşündü.

İkili bir süre üçüncü katı araştırdı, zombilerden arta kalan bir insan cesedi gördüklerinde ikili çürük kokusundan ötürü hemen o noktadan uzaklaştı. Azra, kemikleri kalmış insan cesedini gördüğünde gözleri koykuyla genişledi ve suratı bembeyaz oldu.

“Burada hayatta kalabileceğini düşünmüyorum. Hadi bir üst kata çıkalım.”

Azra’nın önerisi üstüne Oğuzhan sadece kafasını salladı ve liderliği ele almasına izin verdi. Hafif uyuşuk kolunun uyuşukluğunu gidermek için sürekli kolunu hareket ettiriyordu. Bu da dikkatinin etrafa karşı azalmasına neden oluyordu. Oğuzhan’ın düşüncesine göre şuan Azra’ya liderliği vermek en iyi seçenekti.

Azra’nın liderliğinde merdiven boşluğunu hiç vakit kaybetmeden geçtiler. Dördüncü kat, içine girdiklerinde bu katın aslında sürpriz bir şekilde yemek katı olduğunu fark ettiler. Endüstriyel Mutfak ve çeşitli masa, sandalyenin bulunduğu bu katta pek de fazla bir şey yoktu. Özellikle, zombilerin olmaması ortamı yine aşırı sessiz hale getiriyordu ve bu ikisi için çok iyi geliyordu.

Oğuzhan, mutfağa doğru bir göz attı ve sonrasında çevresini de inceledi. “Mutfakta ne var ne yok diye bir bakalım.” Ardından uyuşuk adımlarla ilerlemeye başladı, Azra’da arasında beş adım bırakmaya özen göstererek onun peşinden ilerledi.

Oğuzhan, dolapları tek tek açtı. Açılmış ve yenilmiş konserveler her seferinde karşısına çıktı. Tüm dolapların bu türden yenilmiş konservelerle dolu olacağına inanmayan Oğuzhan, tüm dolapları inatla tek tek açtı. Bu gayretinin sonucunda da dört tane yenilmemiş konserve barbunya buldu.

Bu sırada Azra; soğuk oda dolaplarını geziyordu. Gezinirken elde ettiği yaklaşık iki kilogramlık kırmızı et, ve biraz havuç ellerinde geri döndü. Oğuzhan’ın elindeki konserve barbunyalarını gördüğünde ikili aynı anda “Sonraya sakla!” diye bağırdı.

İkilinin susması üstüne, bir süre sessizlik hüküm sürdü. En sonunda daha fazla dayanamayan Azra ağzını açtı, “Pekela, barbunyalar sonraya saklanıyor ama bu et, daha fazla beklerse, uygun depolama ortamı olmadığından bozulacağı kesin.”

Oğuzhan bir süre kafasını kaşıdı, sonrasında; çenesinde uzamaya başlayan sakalını da ovuşturdu. “Benim anlamadığım, tüm bu zaman boyunca nasıl taze kalabildiği. Eğer bu şekilde taze kaldıysa kesinlikle bu binada yedek bir güç kaynağı var. Ancak şuan çalışmıyor...”

Azra, omzunu silkti. “Şuan çalışmayan bir güç kaynağını kim umursar ki? Hadi gel şunları pişirelim de yiyelim.”

İkili bunun üstüne daha fazla konuşmadı ve yemeği pişirmeye koyuldu. İki saatlik uğraşları sonucunda uygun bir yemek ortaya çıkartabildiler ve bir yarım saatlik sürenin sonunda da tüm yemek midelerinin içine girdi.

Daha öncesinde tek seferde bir kilo et hiç yememiş olan Oğuzhan, bu zevkin ne kadar muhteşem olduğunu düşündü. Ardından da eski Osmanlı İmparatorluğu Padişahlarının yakalandığı hastalık aklına geldi. Suratında bir gülümseme ortaya çıktı, “O kadar et yersen tabii hasta olursun, padişah efendi!” diye söylendi.

İkili, bir yarım saatte dinlenmek için dördüncü katta kaldı. Üç saatin sonunda oldukça enerjik bir durumdalardı, Oğuzhan’ın bedenindeki yanma ve yorgunluk dahi aşırı önemsiz bir düzeye gerilemişti. Koluna sarılı olan kırmızı ve sarı renklerle lekelenmiş bandajına baktı ve derin bir iç çekti.

“Bunun bir üst katında olabileceğini düşünmüyorum bile, bence artık daha fazla çıkmayıp zemin kata geri dönelim.”

Azra, bu teklif üstüne tek kaşını kaldırdı ve Oğuzhan’a doğru baktı. “Neden böyle düşünüyorsun?”

Oğuzhan, ağzında bulunan kürdanı çıkardı. “Bunun bir üst katı yönetici katı gibi duruyor, bir teknisyenin burada bulunacağını düşünmüyorum. Felaket zamanında bile buraya gelmeyecektir kesinlikle.”

Ne dediğini tam anlamamış olan Azra, boş bir suratla Oğuzhan’a doğru baktı. Oğuzhan, bu boş bakışlara tahammül edemedi, “Bir teknisyenin işi arabalarla ilgili, ona göre burası işlevsiz ve iç güdüsel olarak yöneticilerden uzak durmalıydı. Bu yüzden, araçların nerede tamir edildiğini bulmamız gerekli, büyük ihtimalle Haydar hala yaşıyorsa; oralarda takılıyordur.”

Azra, bir süre bunu düşündü. Ardından kafasını salladı ve ikili, tekrar merdivenlerden inmeye başladı. İnmeleri sadece beş dakika sürmüştü, bundan sonrasında ikili zemin katta tekrar çevrelerine bakınmaya başladı.

İkili, anlaşarak zemin katta ayrıldı ve ayrı ayrı çevrelerine bakındı. Azra’nın ilk hedefi, “Personel Harici Girilmez” tabelasının asılı olduğu bir odaydı. Odayı açtığında karşısında sadece kıyafetler göründü. Bu gördüklerinden sonra kendisine bir miktar kızdı ve sinirli bir ifadeyle kapıyı kapattı. Kapıyı kapatırken her ne kadar sinirli olsa da yavaşça kapatmayı ihmal etmedi.

Oğuzhan, önceliğini matarasındaki suyu doldurmaya harcadı, azalan suyunu tamamen dolduran Oğuzhan, daha sonrasında asansörün yanına doğru ilerledi. Asansör çevresini dikkatlice kontrol etmeye başladı, kontrolü sayesinde de aslında bir şekilde ödülüne kavuştu.

-1. Kata inen merdiven, asansörün hemen yanındaydı. Kapıyla kapatılmıştı ve üstünde herhangi bir yazı olmadığından sıradan bir kapı gibi görünüyordu. Oğuzhan kapıyı bulduğu anda “Azra, merdivenleri buldum. Buraya gel!” diye bağırdı.

Azra, Oğuzhan’ın yanına geldiğinde ve merdivenler karşısında göründüğünde hafif bir kıskançlık hissetti. Bu çocukça duyguyu neden hissettiğinden emin dahi değildi. “O halde hadi inelim.”

Oğuzhan kafasını onaylamak için salladı, bunun ardından ikili merdivenlerden inmeye başladı.

Merdivenler, kendisini destekleyecek elektriğe sahip olmadığından ışıksızdı. Her adımlarında karanlık onları daha da ele geçirmeye başladı. Oğuzhan, göğsüne asılı olan el fenerinin ışığını açtı ve çevreye bakmaya başladı.

Bu sırada ışığının yetişemediği bir yerden ısırma ve çiğneme sesleri duyuluyordu. Çiğneme sesleri hafif şapırtılıydı ve ikilinin tüylerini diken diken edecek kadar da kaotikti. Oğuzhan, biraz daha ilerleyip çiğneme seslerinin kaynağına doğru ışığını getirdiğinde gördüğü manzara midesinde yemiş olduğu yemeğin boğazına doğru hızla yükselmesine neden oldu.

Beş zombi, yerde yatan kanlı bir cesedin çevresini sarıyordu. Zombilerden ikisi cesede doğru eğildi ve cesedi ısırmaya başladı, ısırdıkları bölgede bulunan kemiklerin kırılma sesleri tüm odada yankılanıyordu.

Zombiler, kırıp kopardıkları kemikleri bir kaç kez çiğnedi. Ardından yutkunma sesi duyuldu ve et, midelerine doğru akın etti.

Azra, tüm bu sahneyi gördüğünde daha fazla dayanamadı ve midesindeki yediği yemeği olan gücüyle kustu. Öğürmeleri hiç bitmeyecek gibiydi.

Zombiler, öğürme sesini duyduğunda birden irkildi ve kafalarını sesin kaynağına doğru yönlendirdi. Gözlerine tutulan ışıktan hepsinin yüzünde aç bir ifade görülüyordu. Sanki hiç yemek yememiş gibi hızla ikiliye doğru ilerlediler.

Oğuzhan, elindeki baltasını diğer eline aldı ve USP’yi çıkartıp ateş etmeye başladı. Zombilerle daha fazla yakından savaşmak istemiyordu ve tabancası tüm bu sıkıntılı durum için vazgeçilmez bir ögeydi.

On iki mermi harcandığında beş zombi öldü, yerde yatan siyah kanlı bedenleri bir iki kez seğirse de sonrasında hareketsiz kaldı.

-1. Katta daha fazla ne olabileceğini araştırmaya başlayan ikili, fener sayesinde gördükleri manzara karşısında şoke oldular. Yerde yatan ve büyük bir kısmının tüm vücudunun yenildiği insan cesetleri dört bir yana saçılmıştı. Özellikle daha az yenilmiş bir kısmı, alt bedenlerinin olmamasından kaynaklı olarak parmaklarıyla etrafta geziniyordu. Oğuzhan ve Azra’yı gördüklerinde zombiler onlara doğru sürünüyor ve ikilinin yaptığı saldırılarla ecellerine ulaşıyordu.

Oğuzhan, bu sahneyi gördüğünde kafasında Amerikan korku filmlerinin sahneleri oynadı. Ortam ve figüranlar birebir korku filmlerine eş değer nitelikteydi.

“Tek bir insan izi dahi yok, hadi aşağıya inelim.”

Azra, tek bir ses dahi çıkarmadan Oğuzhan’ı takip etti. O kadar korkmuştu ki, kafasında hesapladığı beş adımlık mesafeyi dahi umursamadan Oğuzhan’ın dibine kadar girmişti. Suratında kendisini korkmamış gibi gösterse de jestleri Oğuzhan’ın bunu anlamasına yardımcı oldu.

Oğuzhan, hafifçe kıkırdadı. Azra’ya alaycı bir bakışla baktı, cevap olarak da avına atılmaya hazır bir bakışla kendisine bakan Azra’yı gördü. Suratındaki alaycı gülüşü silmeden ilerlemeye devam etti, merdivenlerden geçen ikili fenerin ışığının azalmaya başladığını fark etti.

“Bir bu eksikti şimdi!” Oğuzhan, fenerin ışığını tekrar şarj edebilmek için çantasından pedalı çıkardı ve bir kabloyla fenere bağladı. Ardından da feneri şarj etmek için pedalı sıkıp geri bırakmaya başladı.

Fenerin ışığı, çok geçmeden tekrar yükseldi. Bu sırada pedaldan çıkan gürültüyle birlikte zombilerin çığlık sesleri de duyulmaya başladı.

“Tüfeğini hazırla, bu karanlıkta ikimiz de yüz yüze savaşmaya kalkarsak ölürüz!”

Oğuzhan, elindeki tabancayı çıkardı ve şarjörünü yeniledi. İki hazır şarjörle birlikte merdivenden yükselen çığlıklara kulak misafiri oldu.

Hızla üstlerine doğru koşmaya başlayan zombileri gördüğü anda ikili, ellerindeki silahları hızla ateşlemeye başladı.

“Pıs! Pıs! Pıs!”

“TA! TA! TA!”

Oğuzhan’ın sessiz tabancası ve ona tezatlık veren G3 tüfeğinin sesi o kadar yüksek sesliydi ki Oğuzhan, neredeyse tüm binada yankılandığından emindi. Ancak, şuan da bunları önemsemenin vakti olmadığının farkında olan Oğuzhan, iki silahın da alev kusmasına izin verdi.

Üstelik, tüm bu zaman boyunca yakın menzilli silahlarıyla savaşan ikili Haydar’ı bulamamıştı. Oğuzhan’ın planına göre, bu sayede Haydar’ı da bulma ihtimalleri artacaktı.

Oğuzhan’ın iki şarjörü ve Azra’nın da bir şarjörü boşaldığında tüm zombiler bir şekilde ölmüştü, hala yerde yatan ancak ölmemiş olan zombileri de tek tek silahlarıyla öldürdüler.

Tüm zombiler öldüğünde, ikili -2. Kata ilerledi. Bir üstteki katla aynı mantığa sahip olan bu kat, daha içeriye adım atar atmaz. Neredeyse duyulamayacak kadar ince bir çığlıkla yankılandı. “Buradayım... Buradayım... Ne olur... Kurtarın beni.... Buradayım...”

Yorgun ve korku dolu yardım çığlığını duyduğunda ikilinin suratında rahat bir gülümseme ortaya çıktı. Hedeflerini bir şekilde bulmayı başardılar.

Hayatta Kalmanın Altın YoluWhere stories live. Discover now