20 - Tale

3.1K 182 369
                                    

Bölüm Şarkısı: The Neighbourhood - Leaving Tonight

Medyada yeni karakterimiz Brian var.

Tale*
İngilizce'de "hikaye" anlamına geliyor.

Uzun bir aranın ardından, iyi okumalar.

☯️☯️☯️

"Kahveler hazır."

Koltuğu delen tırnaklarımı mümkünmüş gibi daha da derine ittim. Salonu saran kahve kokusu ve toprak tonlarındaki dekor beni kahve çekirdeklerinin içinde yaşıyormuşum gibi hissettirirken kalbim boğazımda atıyor, saç diplerim batışıyordu.

Yanan gözlerim onun yüzüne kilitlenmişti, tüm kanın arsızca toplandığı yüzüm ona çevriliydi, bedenim, her bir zerrem onun adını sayıklıyorken ayaklarım altındaki gururumun acı iniltisini görmezden geldim. Biraz daha ezilebilirdi çünkü özlemiştim. Onun kusursuz simasını her şeyden daha çok özlemiştim.

Neden buradaydı, neden gelmişti bilmiyordum ama Tanrı'ya her an haykırdığım teşekkürlerim sanki cisim bulacak kadar fazlaydı. Hani bazen çok özlenilen kişiye kavuşulunca ağlamak isterdiniz ya, bana da aynısı oluyordu.

Öyle ki; Chris'in elime verdiği kupa titreyen elim yüzünden sarsılıyordu. Omuzlarım bir sarsıntı geçirmemek için koltuğa dayanmıştı. Kesişen gözlerimiz ile dumanı tüten kahve kupasını sıktım.

Ona öyle kırgındım ki bakışlarımın hırçınlığını hissedebiliyordum. O da hissediyor muydu? İçimde kopan fırtınaların keskin dalgalarının birer bıçak gibi canımda kesikler bırakarak her yerimi turladığını, içimi keşfe çıktığını görebiliyor muydu? Bu dalgalarda hüküm süren geminin kendisi olduğunu, denizi rayından çıkaran rüzgarın kendisi olduğunu, denizin mavisinin bile kendi gözlerinden yansıdığını biliyor muydu?

Bendeki hakimiyetini iki gözümden okuyabiliyor musun, Robert?

Mavi hareleri gri Londra göğünün gri ışıkları ile çevrili salonun kasvetinde beni yakarken elimdeki sıcaklığı hissetmiyordum bile. Nefret ediyordu benden belki de. Benimle karşılaştığı için pişman bile olabilirdi.

Yanımdaki Zoe, çapraz koltuktaki Chris ve Robert ile şakalaşırken bakışlarımız da ayrılmıştı. Oysa henüz doyamamıştım ona. Boyumu aşan dalgalar gibi beni esir alan sevgi, hayranlık ve arzu, uzay boşluğunda süzülüyormuşum gibi sonsuzdu.

"Kahven soğudu, ufaklık." Cümlesi ile önüme eğdiğim kafam yukarı kalktı. Kocaman gözlerim bana seslenen Chris'e ulaşırken ağzım beş karış açılmasın diye dişlerimi sıktım. Bana onun yanında nasıl seslenmişti?

Ufaklık.

Bu lakap beni mahveden kelimeydi. Beni yerin altı kat dibine sokan ve göğe çalan kelimeydi. Ancak ben Chris'in değil, Robert'ın ufaklığı olmak istiyordum. Yine de içim kıpır kıpırdı.

Elimi acıtan sıcaklığı umursamadan bana gülümseyen Chris'e gülümsedim. Ve gözlerinin içine bakarak kahveden bir yudum aldım. Korkak bakışlarım Robert'a döndüğü anda ise yerle yeksan olmakta gecikmiş zerrelerim bir kumdan kale gibi parçalanmıştı. Dalga, beni yere sermişti.

Yanan dilimi ısırdım ve delici bakışlar ile yüzümü turlayan mavileri inceledim. Bu lakabı duymak ondan nasıl bir etki bırakıyor, diye düşünmeden edememiştim. Hele bir de malum sorunlarımı biliyorken acaba bana taktığı ismin çalınması nasıl hissettirmişti?

Gülümseyen Chris'e ilginç bir bakış attı. Soğuk, buz gibi olduğunu düşündüğüm bir bakış. Veya ona açıldığım geceden sonra her bakışı bana nefret dolu geliyordu, kim bilir. Elindeki kupayı sehpaya bıraktı. "Betty, bir saniye gelebilir misin?"

Knee Socks | Daddy Issues Where stories live. Discover now