Oops! This image does not follow our content guidelines. To continue publishing, please remove it or upload a different image.
✑𝓚𝓪𝓷𝓰 𝓢𝓮𝓾𝓵
2010
"Kang Seul!" demişti annem. Hastalıklı sesi kulaklarıma gür bir şekilde ulaşmıştı. Korktuğumu yansıtmak istemediğim bakışlarımı arkamda kalan kadına çevirmiştim. Oturduğu tekerlekli sandalyesini iki eliyle yönlendirek yanıma doğru geliyordu. Burnuna, nefes almasını kolaylaştıracak bir oksijen borusu takılmıştı. Gittikçe seyrekleşen sarı saçları ve çökmüş gözaltlarıyla olduğundan daha bitkin gözüküyordu. Ama buna rağmen dik duruşu ve çatık kaşlarıyla tam olarak gözlerimin içine bakması korkutuyordu beni.
"Hatayı kabul etmediğimi biliyorsun Seul," demişti adeta kükrerken. Bedenimin korkuyla titrediğini hissettiğimde başımı öne eğmiştim.
"Başını kaldır! Ve tekrardan yap."
Sonlara doğru sakin çıkan sesi ile benden biraz uzaklaşarak eski yerine geçmişti. Bedenim hala karşımdaki duvar boyunu tamamen kaplayan aynaya dönüktü ve ben kafamı kaldırarak aynadaki yansımamla göz göze gelmek zorunda kalmıştım.
Ölü gibi gözüküyordum.
Açık kahverengi saçlarım birbirine girmiş ve terden sırılsıklam olmuştu. Saç diplerimden alnıma, oradan da enseme doğru akan ıslaklıklar kendimden iğrenmemi sağlıyordu. Yüzümdeki morluklar henüz sararmamıştı. Çünkü sararması ve iyileşmesi için zaman tanılmıyordu. Her defasında yerine yenileri ekleniyordu.
Üzerimdeki tişörtün eteklerini sıkmayı bırakıp kulaklarıma ulaşan müziği dinlemeye başladım. Bacaklarım titriyordu. Başım çatlayacak derecede ağrıyordu ama bunları belli etmemeliydim. Yüzümde tek bir mimik bile oynamaması gerekiyordu.
Henüz küçüktüm. On yaşımdaydım ve hasta bir annem vardı. Babam bundan iki yıl önce hayatını kaybetmişti. Aynı hastalığa o da sahipti. Ve ben annemin de gideceğini biliyordum. Gidecekti ve ben tek başıma kalacaktım. Annemin bana öğretmeye çalıştıklarıyla, verdiği acılarla birlikte olacaktım.
Bedenimi hareketlendirdim. Kollarım kendiliğinden müziğin ritmine uyarken ayaklarım ve bacaklarım da hareketlenmeye başlamıştı. Kafamı öne doğru eğdim. Saçlarım yüzümü tamamen kapatmıştı. Ve tam olarak dört saat daha aralıksız dans etmiştim.
Dans annemin hayaliydi. Küçüklüğünden beri bununla ilgileniyordu ve onun için hayat felsefesiydi. Severek yaptığı bu işle belki de büyük işlere imza atacak ve hayallerini gerçekleştirerek tamamıyla yüksek bir ünvana sahip olacaktı.
Ama yapamamıştı. Benim yaşlarımda başladığı dans hayatını, yirmi sekiz yaşında kansere yakalanarak sona erdirmek zorunda kalmıştı. Annem karaciğer kanseriydi. Nefes almakta zorlandığı için burnunda uzun bir oksijen borusu, artık yürümekte zorlandığı için altında kocaman tekerlekleri olan sandalyesi vardı. Bacaklarının üzerine her zaman bebek mavisi, yumuşak tüylü bir örtü örterdi. Bu örtü ölen kardeşime aitti. Annem kansere yakalandığını öğrenmeden birkaç gün önce doğurduğu kardeşim sadece bir hafta yaşamıştı. Dünyada geçirdiği o değersiz bir haftayı küvetin içinde, benim hayran dolu bakışlarım eşliğnde geçirmişti.