3.4

472 55 49
                                    

2010 Mayıs

Hayatın iki yüzü vardır. Bir yüzünde güzel şeyler olur, insanın içini ısıtır. Diğer yüzü katıdır, acıtır. Ben her iki yüzünü de görmüştüm. Bazen acı çekmiş, bazen mutlu olmuştum. Zaman geçtikçe hislerim değişiyordu, yaratıcı ne sonsuz mutluluk veriyordu bana ne de öldürecek kadar acı. O, ikisinin ortasını bulabilecek kadar kudretliydi. Öyle ya bu yüzden adı tanrıydı zaten.

Günler hayatımızdan hızla geçip giderken ona ayak uydurmaktan başka şansımız olmuyordu çoğu zaman. Finallerimizin başlamasından üç hafta kadar önce ders çalışmaya başlamış, yapabildiğim kadar iyi bir sonuca ulaşmaya çalışmıştım. Final haftası geldiğindeyse emeklerimin karşılığını iyi ya da kötü almıştım. Bugün son sınavıma da girmiş olmanın verdiği rahatlıkla yatağımda otururken arkadaşlarım da benim gibiydi.

Efe kendi yatağında uzanmış sırıtarak elindeki fotoğrafa bakarken Ekim'in resmine içi giderek bakması beni güldürüyordu. O gece onun için bir milat niteliğindeydi, sevdiği kızın kendisine karşı hislerini öğrenmesi ve benim onlara olmadık şekilde yakalanmamdan sonra ne zamandır asık olan yüzü aydınlanmıştı adeta. Ekim ile bir aydır sevgiliydiler ama Efe hala inanamıyordu sanki buna. Ekim'den o kadar utanıyordu ki bu halini görmek beni eğlendiriyordu. Ayrıca benim de ağaçtan düşme olayım diğerlerine eğlence konusu olmuştu. Her şeyin yoluna girmeye başladığı bir dönemde olmamıza şükrediyordum.

Ilgım ile aramız gayet iyiydi. Birkaç aydır birlikteydik ama ben gün geçtikçe onu yıllardır yanımdaymış gibi kabul ediyordum. Seviyordum, çok seviyordum. O kadar seviyordum ki ne yaparsa yapsın onu sevişimi engelleyemezmiş gibi geliyordu hatta. Ben Efe kadar hislerimi dışımda yaşamıyordum yine de. Çünkü o, Ekim'in adı geçince bile sesi titreyen hassas bir adamdı. Ilgım da benim yüreğimi titretiyordu titretmesine ama ben bunu dışa yansıtmıyordum mümkün mertebe. Zira diğerlerine bir eğlence yeterdi de.

Devrim ve Deniz hala aynı düzende arkadaşlık çerçevesindeyken Tuna her zamanki gibi aşkla alakası olmayan tavırlarını sürdürüyordu. Son zamanlarda iyice değişen tek kişi Atakan'dı. Ara sıra dalıyordu, sigara içişleri sıklaşmıştı ve daha da kötüsü kafasını kurcalayan neyse sınavlarını kötü etkiliyordu. Atakan herkesin derdini dinlerdi ama iş kendi sıkıntılarını anlatmaya geldiğinde bir sır küpüne evrilirdi. Bu nedenle neyi olduğunu her sorduğumuzda bizi geçiştiriyordu.

Başımı onun yatağına çevirdiğimde onu dalgınca tavanı izlerken buldum. "Yine dalmış gitmiş," dedi Tuna. "Korkarım ki bunda da bir şeyler var, bir gün bir kızı elinden tutup yengeniz diye karşımıza çıkarırsa şaşırmayacağım."

"Bence de öyle," dedi Devrim. "Baksana, ondan bahsettiğimizin bile farkınsa değil gibi. Hiçbir tepki vermiyor."

Atakan'a baktığımda "Sizi duyuyorum." diye homurdanmakla yetindi.

"Gönül meselesi mi sahiden oğlum?" diye sordum.

Göz ucuyla bana baktı. "Yok bir şey, Atlas. Halimden memnunum ben."

"O yüzden mi bir haftada bitirdiğin paket iki günde biter oldu?" Tuna gözlerini kıstı. "İtiraf et, birader. Sen de birine tutuldun ama dur sen, çıkar yakında kokusu."

"Diyelim ki öyle," dedi sabırsızca. "Ne fark eder ağabey, ben sevsem o beni sevmez."

Efe şaşkınca ona baktı. "Neden sevmesin ki? Ekim bile beni sevdi, bu hayatta imkansız bir şey yok."

"Belki onu geç tanışmışımdır," diye bana baktı. "Belki onu henüz tanıyamamışımdır." İkinci ihtimal cümlesinde Tuna'ya baktığında sırıttım.

İki Sıfır Sonsuz EderHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin