0.5

2K 50 2
                                    

Ayakları ağrıyordu. Saatlerdir yürüyordu, hava kararmaya başlamıştı bile. Aylardır her gün burada yürürdü, hatta evinin yolunu gözü kapalı bile bulabilirdi. Ama bunu istemiyordu. Adımlarını hızlandırdı, ceketini çekiştirip daha çok sarındı ve vücuduna yayılan ısının tadını çıkardı. Fakat onu rahatsız eden şey soğuk değil, o kızdı. Çünkü eve vardığında, onu yeniden görmek zorunda kalacağını biliyordu. Yeniden ona bakmak zorunda kalacaktı. Ona yakın olmak zorunda kalacaktı.

Gün boyunca bundan başka bir şey düşünememişti. Gözlerini her kapattığında gördüğü şey oydu. Her geri dönüp eve gitmek istediğinde, o aklına geliyordu. O, zihninde çiçekleri büyümeye zorlayan bir güneş gibiydi. Ve güzel olduklarını düşünmesine rağmen, onları orada istemiyordu.

Tek yapmak istediği huzurlu bir şekilde yürümekti, ama o buna izin vermiyordu.

"Harry, sen misin?" Evin kapısını kapattığında, Abigail'in mutfaktan gelen sesini duydu. "Evet, yürümeye çıkmıştım." diye cevapladı. Gelen başka kim olabilirdi ki? Evde sadece üç kişi yaşıyordu.

"Çok gecikmediğine sevindim, endişelenmeye başlamıştım." Harry'nin yanına geldi ve yanağına bir öpücük kondurdu. Bu, ona beş yaşındaymış gibi hissettirmişti.

"Beni merak etmene gerek yok, hayatla nasıl baş edileceğini biliyorum." Küstahça güldü. Çok zorlama ve yapay hissettiriyordu. "Biliyorum, biliyorum. Seni kaybetmek istemedim ama." Bunu söylerken yüzü kızarmıştı, onu umursadığını kabul etmek utanmasını sağlamıştı. Harry, duygularını göstermenin onu utandırmamasını dilerdi. Her gece ismini kulağına inlemesinin yerine, bir dağın zirvesine çıkıp bağırmasını isterdi. Her gece yatak odasında, sırtında minik çizikler bırakmasının yerine, topluluk içinde ona sarılabilmesini isterdi. Sadece, bu kadar soğuk olmamasını dilerdi. Ama ne kadar dilerse dilesin, değişmeyeceğini biliyordu.

"Açsındır diye bir şeyler hazırlamıştım." Şarkı söyleyerek mutfağa geri döndü, topuklu ayakkabılarının sert ahşap zemine vurma seslerini duyabiliyordu. "Çok teşekkürler, açlıktan ölmek üzereydim." Aklına bugün içerisinde neredeyse hiçbir şey yemediği gelmişti.

Tam mutfağa girecekken birden kapının açılıp sertçe kapandığını duydu. Sonra ilk duyduğu şey bir kahkahaydı. Dans ederek içeri girdi, güzel sarı saçları, başında bir taç gibiydi. Yüzünde koca bir sırıtış ve elinde bir şişe şarap vardı. Birazı üstüne dökülmüştü, beyaz kıyafeti kırmızıya boyanmıştı. Bir yerleri kanamış gibi duruyordu. 

"Ah, dünya fazlasıyla zalim ve güzel bir yer." sol tarafına bakarak kendi kendine şarkı söylüyordu. Kızın gözlerini takip ettiğinde, bir çift ela göz ve kirli, sarı saçlarını gördü. Bir erkek.

El ele tutuşmuşlardı ve kız, çocuğun şakaklarından öpüyordu. Yalnız olmadıklarının farkında değildi. Ancak bir süre sonra izlendiklerini fark edebilmişti.

"Oh," gülümsedi ve hemen yanındaki erkekten uzaklaştı. Yanakları kızarmıştı, utanıyordu. Veya Harry öyle olduğunu düşünüyordu, çünkü bir kaç saniye sonra, hafifçe kıkırdamasını duymuştu. Tam bir okul kızı gibiydi.

"Adelaide, ne yapıyorsun sen?" Abigail sinirli bir şekilde yanlarına geldi. Kızının elindeki şarap şişesini alıp sehpaya koyarken, birazı yere dökülmüştü. "Evine dön, Leith." Az önce girdiği kapıdan çıkmadan önce gülümseyip, Adelaide'ın yanağını öpmüştü.

Bütün bunlar, işler daha kötüye gitmeden önce gerçekleşmişti.

Abigail, Adelaide'ın kolundan tutup merdivenlere doğru sürüklemeye başlamıştı. "Sen ne yaptığının farkında mısın? Hayatını boşa harcıyorsun, ve bunun içinde olmam çok utanç verici." Bağırıyordu, sesi buzdan bile daha soğuktu. Sinirliyken duygularını göstermesinin bir sınırı yoktu. "Hafta sonlarında arkadaşlarınla beraber şu 'macera' dediğiniz şeylere katlanabilirim ama hafta içinde içmek mi? Tanrı aşkın Adelaine, daha on yedi yaşındasın. Hayatını boşa harcıyorsun, bunun farkında mısın? Veya bunu göremeyecek kadar aptal mısın?"

Adelaide, kolunu annesinin kavrayışından kurtarmaya çalışıyordu. "Ah, anne biraz rahatla. Hayatın tadını çıkar. Tanrı biliyor buna ihtiyacın var."

Bu iki kadın arasındaki kavga Harry'yi fazlasıyla şaşırtmıştı, daha önce hiç böyle bir olaya tanık olmamıştı. Birbirleriyle alakaları yoktu, anne kız olduklarını düşünmek çok zordu.

"Bu kadar, hemen yatağa gidiyorsun." diye fısıldadı Abigail dikkatlice, Harry'nin duymaması için uğraşıyordu. Küçük bir parçası kahkaha atmak istedi, daha akşam yemeği yemeden kızını yatağa göndermek mi? Ne komik bir klişe ama. 

"Ama önce Harry'ye iyi geceler öpücüğü vermek istiyorum." gözleri birbirini bulduğunda, Harry heyecandan kalbi durmuş gibi hissediyordu. Oldukça derin, mavi gözleri vardı. Konuşurken gülümsemiyor olması Harry'yi şaşırtmıştı, ve bu sefer konuşurken daha samimi olması ise biraz korkutmuştu 

"Hayır, ondan ve benden uzak dur Adelaide. Ve eğer kendini toparlamazsan, 18 yaşına gelene kadar kendine yaşayacak başka bir yer bulmak zorunda kalacaksın." Abigail kızını merdivenlere doğru ittirdi, sarhoş kız az kalsın gücünün etkisiyle düşecekti. 

"Tamam anne." alayla güldü. O an Harry, gözlerinde koca bir ormanı sadece bir saniye içerisinde yakabilecek kadar büyük bir ateş gördü. Ne yazık ki, o orman Harry'nin yeşil gözlerinde yetişti. 

daddy issues / harry styles (çeviri)Donde viven las historias. Descúbrelo ahora