19

1.6K 293 263
                                    

Üç hafta sonra.. 

''Mükemmel gözüküyorsun,'' dedi Lisa, aynanın karşısında kendini inceleyen arkadaşına bakarken. Rose ellerini dalgalı salık saçlarında gezdirdi, gözleri boy aynasına yansıyan gelinliğin üzerindeydi. Diğerleri gibi ihtişamlı bir gelinlik yerine sade bir parça seçmişti. Kolsuz büstünün bel kısmından itibaren hafifçe açılıyor ve yer yer işlenmiş taş desenleriyle eski dönem kıyafetlerini andırıyordu. Ama tanrı şahit elleri gelinliğinde gezinirken aklı hiç de orada değildi. Sabahtan beri çektiği ağrılar zaman zaman artıp dayanılmayacak seviyeye geliyor, kalbine düşen kor ateş yüzünden ölecek gibi hissediyordu.

Yüzü makyajlı olmasına rağmen belirgin bir şekilde solmuştu ve bakışları çok ruhsuz bakıyordu. Sanki onu buraya zorla getirmişler ve sevmediği bir adamla evlenmeye zorlamışlardı. Oysa birkaç gün evvel çok mutluydu, ara sıra aklına Jk düşse de tuhaf bir şekilde uzak kalmalarından hiç acı çekmemişti ve bu onu, aralarındaki bağın kopması hususunda umutlandırmıştı. Fakat bugün gelen acı o kadar kuvvetliydi ki, her an nefesi kesilecek gibi geliyordu.

Dudaklarına sahte bir gülüş yerleştirdi ve Lisa'nın koluna girdi. Aile fertleriyle ve özellikle babasıyla pek iyi anlaşmadıklarından dolayı bugün arkadaşının kollarına girmek durumundaydı. Lisa'yla birlikte salona açılan kapıya geldiklerinde Lisa Rose'ye dönmüş ve omzunu sıvazlamıştı. ''Sakın endişelenme olur mu?'' dedi bir anne edasıyla. ''Sevdiğin adamla evleniyorsun ve prensesler gibi gözüküyorsun, her şey çok güzel olacak.'' Rose dolu gözleriyle başını onaylar gibi salladı ve sertçe yutkundu. Sevdiğin adam kelimesi geçtiğinde aklında jk belirmesi çok saçmaydı, gerçekten bir aptal gibi davranmayı derhal kesmeliydi.

Salona girdiklerinde tüm bakışlar üzerindeydi, Taeyong'un da ailesiyle arası iyi olmadığından şu an salonda olan herkes arkadaşlarıydı, bu yüzden gülüşmeler ve alkışlar duyulabiliyordu. Rose titrek adımlarla ilerlerken Taeyong ona bakarak gülümsüyordu ve Rose bu gülümsemeye karşılık kendisini hararet bastığını hissedebiliyordu. Bedeni tir tir titrerken ortada Taeyong ile buluştu ve düşmemek adına ellerine sıkıca tutundu. Başı dönerken sakin olmaya çalışıyordu. Evet, bunu başaracaktı.

Taeyong ile birlikte yürürken birden kalbinin sancısının hafiflemeye, hatta rahatlamaya başladığını hissederek duraksamıştı. Taeyong neden duraksadığını anlamaya çalışırken Rose başını çevirdi ve kalabalıkta gözlerini gezdirmeye başladı. Herkesin arkasında durmuş biri vardı, başını kaldırıp baktığında onun Taehyung olduğunu görmüştü. Taehyung önünde duran mavi şeffaf ekranla uğraşıp bir şeyle ilgileniyordu. Gözlerini çevirip onun yanında duran kişiye baktığında, onu görmüştü.

Jungkook, oradaydı.

Kalbinin sancısı yerini sıcak bir hisse bıraktığında dudaklarından bir rahatlama nefesi sızmıştı. Titremeleri sona ermiş, acısı tamamen dinmişti. Sadece Taeyong'un ellerini tutan elleri cayır cayır yanıyordu. Bedeni sanki ellerini çekmesi için ona yalvarıyordu. Rose bakışlarını Jungkook'a odakladığında onu incelemeye başlamıştı. Üzerinde bir takım elbise vardı ve elleri ceplerindeydi. Bakışları direkt olarak Rose'ye odaklıydı fakat gözlerinde, eskisi gibi bir bakış yoktu. Rose rahatlama hissinin dağılmaya, yerine ise büyük bir soğukluğun yerleşmeye başladığını hissetmişti. Jungkook'un bakışlarında sevgi yoktu, sevgi parıltısı dahi yoktu.

Sadece sinir vardı, saf sinir.

Rose haklıydı, Jungkook gerçekten de çok sinirliydi. Rose'nin ona, 'seni istemiyorum'  dediği ilk günden bugüne kadar hergün kapısının önüne gitmiş, sırf o acı çekmesin diye gecelerce nöbet tutmuştu. Tüm bu çaba niyeydi? Ona kolayca seni istemiyorum diyebilen ve başkasının ellerini tutan bir kadın için değer miydi? Bu soruların cevabını henüz veremiyordu fakat çok iyi bildiği bir şey vardı. Artık sabrı tükenmişti, sürükleyerek dahi olsa onu Meredith'e götürecekti. 

meredith the robotic ❅ rosékookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin