Dakikalar sonra konuşabildiğimde bana hiç uymayacak kadar utangaç bir tavırla, "Çok içtensin." diye karşılık verdim. Sadece içten de değildi üstelik; Aynı zamanda sıcak, romantik ve güvenilirdi. Böyle bir şeye ihtiyacım olduğunu, böyle bir şeye sahip olana kadar bilmiyordum. "Senin böyle birine dönüşeceğini asla hayal etmezdim." diye devam ederken ilk tanışmamızı düşünüyordum. Birbirine asla güvenmeyen iki yabancı olduğumuz o anlar yıllar öncesine aitmiş gibi geliyordu. O zamanlar Baris hakkında neler düşündüğümü hatırladıkça gülecek gibi oluyordum. Ona karşı tam olarak ne zaman farklı hissetmeye başladığımdan emin değildim ama yaptığım için daha memnun olamazdım. Olaylar bizi nereye götürürse götürsün, böyle hissettiğim için pişmanlık duymayacağımdan emindim. Duymayacağıma yemin ettim.
Baris'in dudakları elimden koparken onları anında özlediğimi fark ederek iç geçirdim. Şaşkınlıkla karışık bir keyifle, "Öyle mi?" dedi.
"Evet. Çok değiştin."
"Kendimi farklı hissediyorum."
"Ben de..."
Artık daha sakindim. Daha uyumluydum. Daha güvenilirdim. Biraz değişimin o kadar da kötü olmadığını düşünmeye başlıyordum çünkü her ne kadar berbat bir hâlde olsam da içim içime sığmıyordu. Birine değer vermek, onu sevmek böyle mi hissettirmeliydi? Aslında asla değişeceğimi düşünmezdim ama annem haklıydı. Her zaman, özellikle hastalığının nükseldiği o son zamanlarda, 'Kötü anılar insanı olgunlaştırır,' derdi ve bir zamanlar saçma bulduğum, dalga geçtiğim o söz şimdi hayatımın tam merkezine yerleşmişti. Yıllar sonra ne demek istediğini anlıyordum. Onun bahsettiği olgunlaşmak, ölümün ve zamanın ötesinde bir şeydi, sahip olduğumuz ruhla ilgiliydi.
"Galiba artık hırsızlık yapma ve yalan söyleme konusunda farklı düşünüyorsun." Konunun birden kişiliğimin en nahoş parçalarına nasıl geldiğini anlayamasam da Baris ile bunun hakkında konuşmaya çekindiğimi hissedebiliyordum. İfademi fark edince, "En azından ben öyle olduğunu umuyorum." dedi ve bende gözlerimi yavaşça devirerek karşılık vermeye cesaret ettim.
"Beni sevmiyor musun?"
"Ne?"
Sabırla yineledim. "Beni sevmiyor musun?"
Bana olan bakışları kalbimi delip geçecek kadar yoğundu. Dünyadaki tek kadınmışım gibi bakıyordu bana. İçimi sızlatan bir sesle, "Elbette seviyorum." diye kabul etti. Ve, vay canına, hiç tereddüt etmemişti. Bundan hiçbir şeyden emin olmadığı kadar emindi sanki.
"O halde neden beni değiştirmeye çalışıyorsun?" diye sordum ona, merak içinde.
"Seni neden değiştireyim? Bence bu halinle zaten yeterince hoşsun."
Gözlerimi kırpıştırdım, şaşırmıştım ama ciddi görünüyordu. O yüzden anlamayarak, "Öyleyse ne?" dedim.
"Senin hakkında düşündüklerimde yanıldım. Hiç de tahmin ettiğim gibi biri değilsin. İyi bir hayatı hak ediyorsun ve bende hak ettiğin hayatı yaşamanı istiyorum. Sen istemiyor musun?" diye sorunca derin bir nefes aldım, göğsüm yavaşça kalkıp indi. "Kendin için iyi seçimler yapmayı öğrenmelisin, Eva. Hayatın bundan daha değerli."
Normalde 'Senin derdin ne? Ben düzeltmen gereken bir travma değilim!' diye çıkışırdım ama... Biraz üzgün bir sesle, "Bilmiyorum, bunu daha önce hiç düşünmedim." diye fısıldadım. Hayat üzerine o kadar kafa yoran biri değildim ben pek.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Mumya Kalbi: Atmayan Kalpler Serisi (2)
Teen FictionACIMASIZ VE GÜZEL... Sadece nefesinizi kesmekle kalmayacak, aynı zamanda sizi sonuna kadar götürecek bir zaman yolculuğuna kendinizi hazırlayın! Antik bir mücevheri çal, Evala Andrew'un o yılki Noel listesinde yoktu fakat kaderin onun için farklı...