↓The End

2.1K 181 154
                                    

Evden çıkar çıkmaz önce asansöre ardından yeni park edilmiş arabama attım kendimi. Lee birden elindeki anahtarı kapmama şaşırsa da sesini çıkarmamıştı.

Gitmeli miydim ondan da emin değildim tam olarak ama bir kere söylemiştim ve zaten karışık olan kafasını karıştırmak istemiyordum. Bir yanım gidip tekrar diz çöküp yalvarmamı diğer yanım ona biraz zaman tanımamı söylüyordu.

Mimi geldi aklıma ama o çok uzaktı ve Jimin gel dese çok sürerdi dönmek. Aile evi de en az Mimi kadar uzaktı ve şu an babamı görmek istediğim son şeydi. Taehyung'a gitsem sorularını cevaplayıp olanları anlatacak ne gücüm vardı ne de hala olan biteni birine anlatacak kadar sindirebilmiştim içimde.

Şirket yakınında yurt ve şehir dışından gelen iş adamları için şirket adına tahsis ettiğimiz oteldeki oda en iyisi olacaktı. Üstelik içlerinden eve en yakın yer orasıydı. Garip bir şekilde beni arayıp çağıracağı umudu vardı içimde ve ona yakın olmak olabilecek en kısa zamanda ona gidebilmek istiyordum.

Resepsiyondan kapı kartını alıp odaya geçtim. Yukarı çıkmadan rahatsız edilmek istemediğimi söylemiştim. Yatağa oturur oturmaz içki dolabı çarptı gözüme ama hayır... Geri dön diyecekti ona gitmek için ayık olmalıydım.

Zaman geçmek bilmiyordu. Gece boyu her dakika telefondaki saati yoklamıştım. Sesi açıktı. Tüm bildirimlerim açıktı.

İçim daralıyordu uzansam da otursam da içim içime sığmıyor yanında olmam gerektiğini söyleyen ses gittikçe yükseliyordu.

Geniş odanın içinde oradan oraya telaşlı adımlarla gezinerek sabah ettim. Tüm gece o aramamış bense aramaya cesaret edememiştim. Tüm özgüvenim uçup gidiyordu söz konusu o olduğunda ve eli kolu bağlı oturmak canımı acıtıyordu.

Saat yediyi biraz geçe daha fazla duramayıp çıktım. Şirkete gidip orada daima bulundurulan takımı giydim.

Bildirimleri kaçıncı kez olduğunu bilmediğim defa kontrol ettim ve görüşmelerim esnasında bile kapatmadım.

Ama aramadı... Tüm gün zihnimi meşgul etmek için başka şeylerle uğraştım. En azından uğraşmaya çalıştım. Yine de ne belgelere, ne yapılan görüşmelere odaklanabildiğimden bu çabam boşa gitmişti. Kulaklarım ve beynim sadece telefona kanalize olmuştu.

Her şeyi yapan ve yapabileceğine inanan ben tek bir sese odaklanmış sabırla bekliyordum. 'Elinden gelmeyen şeyler için sabır lazım' derdi halam. Halamın aklıma gelmesiyle tüylerimi diken diken olmuştu. Ona geciktiğimi düşündükçe daha arttı huzursuzluğum.

Otele dönmek istemesem de dün olduğu gibi o geceyi de gözümü dahi kırpmadan bazen geniş pencerenin önündeki tekli koltuğa oturarak ya da odanın içinde oradan oraya gezinerek dağılmış halde geçirdim.

Aramak, sesini duymak, ne karara vardığını sormak hatta belki de tartışmak istiyordum ama elimde çevirip durduğum telefonun tuş kilidini açmaya cesaret edemiyor iki günün sonunda evde bulacağım umuduna sarılıyordum.

Sabah gün ışırken oturduğum koltukta uykusuzluk ve açlıktan yorgun düşmüştüm. O gün öğlen otomatikleşmiş hareketlerle, her yemeğe inmediğimde sekreterimin hazırlattığı sandvicin bir kısmını yemiştim sadece. Yeni yeni doğan güneşin yaktığı gözlerimi kapattım kısa süreliğine...

Gözlerimi geri açtığımda güneş tepe noktayı çoktan geçmişti. Panikle oturduğum yerden kalktım ve aceleyle yatağın üzerindeki telefona sarıldım.

Aramıştı... Ama sadece birkez...

Gidiyorum demek için mi aramıştı acaba? Çok iyi biliyorum ki gel demek istese bir kere değil birkaç kere ısrarla arardı ya da mesaj atardı. Ne Taehyung ne de Yoongi'den bir ses vardı bana ulaşamayınca onları da mı aramamıştı? İki gün sonra ilk defa tek bir damla yaş aktı gözümden. Ekranı kapatıp ceketimi aldım ve eve gitmek için çıktım. Acele etmiyordum çünkü o olmayacaktı gittiğim evde.

✔️Not a Slave But a ToyDonde viven las historias. Descúbrelo ahora