beşinci bölüm | yabanların bahçesinden geçme

281 27 13
                                    

"Bir daha seninle asla şu aptal futbol oyununu oynamayacağım." Elimdeki oyun kolunu hemen solumda kalan minderin üstüne nazik bir hareketle fırlatıp -nazik olmalıydım çünkü çok da ucuz bir şeye benzemiyordu- sırtımı koltuğa yasladım ve kollarımı göğsümün üstünde birleştirdim. Suratım asıktı ve asık olmaması için ortada hiçbir sebep göremiyordum. Araya giren o uzun -evet, uzun- ayrılığın sonunda Barış'ın evine sıkça uğrar olmuştum. Birlikte pizza yapıp, birkaç tablo boyamıştık ve bazı akşamlar sadece birbirimize sevdiğimiz kitapları okumak için bile bir araya geliyorduk. Birlikte yapmadığımız pek bir şey kalmamıştı ve Barış, pizza yapıp tablo boyama konusunda oldukça cömertti. En basitinden pizzanın üzerine malzemeleri koyma işini -ki benim için bu, işin en zevkli kısmıdır her zaman- bana bırakıp kendisi hamurla saatlerce cebelleşmişti, -başarılı bir hamur olduğu söylenemezdi- ya da tablodaki tüm ince kısımları sesini çıkarmadan gözleri sulanana kadar tek başına boyamıştı. Gelgelelim, futbol konusunda bana azıcık bile merhamet göstermemiş, sadece suratımdaki o gururlu sırıtışı bir kere bile görmemek için canla başla mücadele vermiş, yer yer çirkinleşmiş, istenmeyen gürültülü tepkiler çıkarmış ve beni defalarca mağlup etmişti. İş hayatıma sakladığım bazı mevzuları erkene çekip, Barış'ı kendi yatağında mağlup etmek işime gelirdi, ama her şey için çok erkendi ve bu gerçeği daha yeni fark ediyordum. Her şey için çok erkendi ve her şey, olması gerekenden on kat daha hızlı ilerliyor gibiydi ve ben buna asla 'dur' demek istemiyordum.

"Mızıkçılık yapmayı bırak, Cemal." Uyarıcı bir tonda konuştuğunda azıcık bile ürpermedim çünkü onun genel modu tam olarak buydu. Dümdüz bir ses tonuyla istediği her şeyi söylüyor ve karşıdakine de ne düşündüğünü iliklerine kadar hissettirebiliyordu. Onun bu despot tavrından hoşnuttum. Bazen bana onun tarafından yönetilen bir ülkeymişim gibi hissettiriyordu, ama bunu kırmadan yapma konusunda da gerçek bir profesyoneldi. Gözlerine baktığımda kendi gözlerimde hissettiğim o parıltının sebebi de tam olarak buydu. Barış, benim için dünyaları karşısına alır gibi geliyordu bazen. Emin sayılmazdım, ama onun gibi birine güvenmeye hiç olmadığım kadar hazırdım.

Surat asma oyununu bırakıp -çünkü gittikçe kendime karşı derin bir irite olma duygusu tatmaya başlamıştım- elimi saçlarına attım. Tek elinde kalmış oyun kolunu bir kenara bırakıp altındaki minderi poposuyla kaydırarak yanıma yanaştı. Kafasını omzuma koyup o da tek elini saçlarıma çıkardı. "Neredeyse reşit olacaksın, ama hâlâ süt kokuyorsun."

"Dedi site çocuğu." Hızlı cevabımla şikayet dolu ve derin bir of çekti.

"Köylü milletin efendisidir, eyvallah da niye durduk yere salladın ki şimdi?" Kafasını omzumdan kaldırıp hafif kızarmış yanaklarıyla ve -bunu ortamın, gereğinden bir tık sıcak oluşuna bağlıyordum- sitemli bir ses tonuyla sorduğunda ortamın yumuşaması için tebessüm ettim. "Demedim bir şey."

O da benim gibi despot tavrından sıyrılıp güldü ve saçımın bir tutamını kulağımın arkasına sıkıştırdı. Onunla tam televizyonun karşısında, salonunun ortasındaki renkli minderlerin üstünde götüm uyuşana kadar oturmayı ve saçlarını sevmeyi çok seviyordum. Ona dair birçok şeyi seviyordum ve sevmeye başladığım da birçok özelliği vardı.

Mesela ellerini dakikalarca yıkayabiliyordu ve bunu pek nazik yaptığı söylenemezdi. Elleri zaten on dakika öncesinde aynı şekilde temizlenmiş olmasına rağmen bunu sıkça yapıyordu, ama birkaç kez buna şahit olduktan sonra bu durumu sevimli bulacak hale bile gelmiştim. Bunun yanısıra saçları her zaman havadaydı ve hep bir yöne sabit olacak şekilde toplanmış haldeydi. O, onun saçlarıyla uğraşmamdan zaman zaman şikayet edip, benimle türlü tartışmalara bile girse de saçlarını dağıtmayı ve onun bu sakin tondaki kavgacı ruhunu çok seviyordum. Renk renk çorapların üstüne parmak arası terlik giymesini ya da ayakkabısının arkasına basarak o pahalı şeyleri yamultarak saniyeler içinde çöp etmesini bile seviyordum.

Kafamın içinde 'Barış hakkında sevdiğim şeyler' listesini yaptığım sırada burunlarımız neredeyse birbirine değecek kadar yakınlaşmıştık bile ve artık sıcaktan üstümde ne var ne yok parçalayıp atacak duruma gelmiştim. "Bu mesafeden ayrı bir güzelsin." İltifatıyla yüzümdeki gülümseme iki katına çıktı. Tek parmağıyla şakaklarımdan çeneme doğru hafifçe ve olabildiğince yavaş bir şekilde dokunduğunda tüm tüylerimin ayakta olduğuna emindim. Bir şeylerin bu kadar hızlı gelişiyor olması zaman zaman beni düşündürse de kendimi alıkoymak her şeyden zordu. Hele ki tam gözlerimin önünde onun yeşil gözleri varken bırakın erken davranmayı; geç bile kalmış olabilirdim.

Bakışlarım hafifçe titreyen dudaklarının üstündeyken mırıldandım.

"Bir de bana sorsunlar onu."



-



"Şu geçenki cinayetin işlendiği yerde jandarmalar dolanıyordu bugün." Ağabeyim, üstündeki montu askıya asarken söylediğinde kafamı televizyondan kaldırıp ona baktım. Kapı sesini duyamayacak kadar kitlenmiş vaziyette olduğum için, sesiyle hafifçe yerimden sıçarmış, dediğine ister istemez kulak kesilmiştim. Olayın üstünden iki haftaya yakın süre geçmişti ve henüz ne katilden haber vardı, ne de ölen adamın yakınlarından. Yalnız bir hayat sürdüğü belliydi ne yazık ki.

"Yine ihbar almışlardır kesin." Küçük kardeşim bilmiş bir şekilde konuştuğunda gözlerimi devirdim. Ailenin sönmeyen pırıltısıydı resmen. Keşke bir gece yanlışlıkla beynini dağıtabilseydim.

"Patates hasadı yaklaşıyor, tarlada iş gören bir sürü kasabalı var haliyle." Annem, mutfaktan olaya dahil olduğunda bir buçuk hafta önceki görüntüler tekrar gözümün önünde canlandı. Bana göre uzunca bir süredir bu konu hakkında asla ikinci bir kez düşünmemiştim ve hatırlamamak için de üstün çabalar sarf ediyordum. Katilin hâlâ daha bulunamamış olması canımı yakıyordu ve ölen adam için kendimi bok gibi hissetmeme sebep oluyordu. Olay, bir şekilde hemencecik çözülsün istiyordum. Yardımcı olamamış olmak, halen daha omuzlarımdaki ağrının temel sebebiydi.

Tüm bu iç karartıcı mevzuların yanında, dükkana elimden geldiğince az gitmek için günlerdir taklalar atıyordum. Bu sayede malum arkadaşla daha uzun vakit geçirip enerji depolayabiliyordum ve bu, son günlerimin en keyif verici aktivitesiydi. Ağabeyim her konuda olduğu gibi bu konuda da bana aşırı sinirliydi, ama bu savaşın galibi ben olmuştum. Kapısında kuyrukların bitmediği, kasabanın adeta sarsılmaz duayeni, -ben ona bazen tüm arkadaşlarını mezara gömen ajda pekkan da diyordum- o çok satan dükkanımıza günlerdir sorumluluktan kaçarak gelmediğimi, iyi tanımadığım (?) birilerinin evine girip çıktığımı babama büyük bir zevkle ötmüş olsa da o benim ağabeyimdi. Ondan hiçbir şekilde kurtulamazdım.

Neyse ki Barış'ın bana verdiği telefonu, ağabeyim ve ev ahalisi daha fazla kıllanmadan ona geri verebilmiştim. Kabul etmeme konusunda çok ısrarcıydı, ama tatlı dilimle onu bu duruma ikna edebilmiştim ve ne hikmetse babam, dükkana gitmemem konusunda bana tahmin ettiğimden daha kısa bir nutuk çekmişti. Her bakımdan kârlı bir hafta geçirdiğimi söyleyebilirdim.

Akşam yemeği sonrası -ki bu akşam yemeği, hatrı sayılır uzunlukta bir sürenin ardından ailemle yediğim ilk yemekti- odama çekildiğimde derin bir nefes verdim. Yemek sofrasında bile dönen cinayet hadisesi iştahımı fazlasıyla kaçırmıştı ve pek bir şey yiyememiştim. Kendimi yatağa fırlatıp yanımdaki çekmeceye elimi attım. Elimdeki fotoğraf benim için birçok şeyden daha değerliydi. Mesela küçük kardeşimden. Ya da ilkokuldaki sıra arkadaşımdan. Nasıl bu duruma gelebilmiştim, halen daha aklım almıyordu, ama bana ilk defa sabrıma yenik düşerek yaptığım bir şeyler, asla birer hatadan ibaretmiş gibi gelmiyordu.

Elimde Barış'ın bir fotoğrafı vardı. İki gün önce odasını baştan sona utanmazca talan ettiğim sırada keşfettiğim fotoğraf makinesiyle -şu filmli kameralardandı- onun birkaç fotoğrafını çekmiştim. Çekmeme memnuniyetle izin vermişti ve elimdeki şeyin değeri gün geçtikçe gözümde büyüyordu. Büyüdükçe de içine düştüğüm durum, gözümü korkutuyordu.

Çok uzun yıllar yaşayıp çok şeyler tecrübe etmiş sayılmazdım. Şirket kurup batırmamıştım ya da insanları birer çöp gibi hissettirdiğim de olmamıştı.

Ama bugüne kadar hiçbir yanlışım, bana bu kadar doğruymuş gibi hissettirmemişti.

muerto | cembarHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin