Köylüler, İşçiler ve İmalatçılar
Snelman, daha çocukluk ve okul yıllarında, toplumsal üretim ve insan ilişkilerinin, saray anlayışıyla, yani efendi/köle bakış açısıyla değerlendirilmesine karşı çıkmıştı.
Tüm tarih kitaplarında, krallardan, imparatorlardan, bunların vezirlerinden, aristokrat sınıfın mücadelelerinden, baronlardan, generallerden ve birkaç da bilgin, yazar ve sanatçıdan söz edilir. Bunların hayatları anlatılır, yaptıkları kanlı savaşlar, saray entrikaları, iktidar mücadelelerinde dökülen kanlar, diplomatik başarı sayılan hileler, suikastlar ve ihtilâller, en küçük ayrıntısına kadar tasvir edilir. Tarih okutan profesörler de yalnızca bunlardan bahsederler.
Geçmiş yüzyıllarda çeşitli coğrafyalarda yaşayan toplumların, halk kesimlerinin, nasıl bir hayat yaşadıkları ya tesadüfen kısaca anlatılır veya bunlardan hiç söz edilmez. Milyonlarca köylü, işçi, çeşitli alanlardaki imalatçılar, esnaf ve az sayıdaki küçük burjuvalar, sanki yüzyıllardır tarihin dışında yaşamışlardır.
Toplumların fikrî ve manevî yönden yükselmeleri konularıyla ilgilenenler ise pek azdır. Daha doğrusu milletlerin maddî ve manevî hayatlarının düzeltilmesi, iyileştirilmesi ve yükseltilmesi için kimse uğraş vermemiştir.
Ot yetiştirmesini, hayvan beslemesini, tuğla, kâğıt ve kumaş üretme tekniklerini geliştirmişler ama milyonlarca üretken halk kitlesinin ruhunu, maneviyatını, sağlığını, beslenmesini, meskenini geliştirmeyi, iyileştirmeyi düşünmemişlerdir. Halkın yaşantısını kendi başına bırakmışlardır. Bütün bunları düşünmek hiç kimsenin görevi değilmiş gibi, sanki şöyle gizli bir karar alınmıştır:
"Diledikleri gibi yaşasınlar. İyi bir duruma gelirlerse mutlu olurlar; kötü bir durumda olurlarsa da sabır ve tahammül göstersinler."
Her çağda ve her bölgede halk kitleleri sabır ve tahammül göstermeye mecbur bırakılmıştır. Zorluklara ve yokluklara katlanmak, halkın zorunlu bir görevi gibi kabul edilmiştir. Her vesileyle halka saldırır ve hor görürler. Her zaman ve her yerde hep aynı şeyleri söylemişlerdir.
"Halk sarhoştur, tembeldir, çalışmak istemez. Kabadır, açgözlüdür, kavgacıdır, öfkelidir, söz anlamaz..."
Ama hemen ardından da eklerler:
"Milletimiz ne kadar büyük olduğunu sabır ve tahammülle göstermiştir. Aç kalır, soğuktan donar, pislik ve yokluk içinde yaşar; ama asla şikâyet etmez, bunlara katlanmasını bilir."
Bunlar, milletin sabırlı ve tahammüllü oluşundan coşkuyla söz ederek, milletin bu mecburiyetini bir din konumuna yükseltirler. Zaten İsa'nın dinini de sabır ve tahammül dinine dönüştürmemişler midir?
Snelman, bu sabır ve tahammül ibadetinden nefret ediyor ve her iki tarafa da kızıyordu.
Öncelikle, bütün özgürlükleri, mutlulukları ve zenginlikleri kendisi için isteyen ama halka ise en büyük sefalet ve mahrumiyetlere karşı tahammül etmeyi tavsiye eden burjuvalara ve seçkinci devlete kızıyordu. Sonra da kendisine dayatılan bu mecburiyete tahammül ettiğinden dolayı halka kızıyordu. Halkın düşünce uyuşukluğuna, maddî ve manevî sefalete, hukuksuzlara ve safehate alışmış olmasına kızıyordu.
Kızdığı zaman şöyle bağırıyordu:
_ Milyonlarca insan hayvanlar gibi yaşıyor, pis ve miskin bir hayat sürüyor!.. Bir tek düşünceleri var, o da mideyi doldurmak!..
Sakinleşince, "Ama suçlu halk mıdır? Bu onlar için bir felaketten başka bir şey değil ki." diyordu.
Snelman, iki sınıf arasında şöyle bir karşılaştırma yapıyordu:
YOU ARE READING
Beyaz Zambaklar Ülkesinde
Historical FictionBeyaz Zambaklar Ülkesinde adlı eserinde Petrov, 20'nci yüzyılın başında Finlandiya'nın Rusya'ya karşı verdiği bağımsızlık mücadelesini tüm yönleriyle ele alıyor. Kitap; bataklık bir bölgenin, üzerinde beyaz zambakların açtığı güzel bir alana dönüştü...