7

785 46 8
                                    

Kendini Halkın Sağlığına Adayan Doktor

Bir Köy Doktorunun Hatıraları adlı eserin yazarı, gö­reve başladığı ilk günden beri günlük tutuyor ve Tıp Fakül­tesini nasıl bitirdiğini, bölge hizmetine hangi niyetle başla­dığını kaydediyor. Talihi kendisine pek yardımcı olmamış, çocukluğunu ve gençliğini muhtaçlık ve yokluk içinde geçir­miş. Küçük bir kasabada geçimini sağlamaya çalışan yoksul bir kunduracının oğluymuş.

Talihin herkese gülmediğini bilmesine rağmen, bölge hiz­meti sırasında gördüğü şeylerden dehşete düşmekten kendi­ni alamamış. Bir an kâbus görmekte olduğunu sanmış. İlk iz­lenimleri, ona insanların ilkçağ dönemlerindeki ilkel mağara yaşantılarını hatırlatmış.

"Acaba ben ülkenin en kötü bir yerine mi düştüm?" diye kuşkuya kapılarak, çevre köy ve ilçelerdeki yaşantıyı da gör­mek istemiş. Ne yazık ki oralarda da aynı gerçeklerle karşılaş­mış; hatta bazı yerlerdeki durumun kendi bulunduğu yerden daha vahim ve feci olduğunu görmüş.

Kayalarla kaplı yerlerde, üst üste yığılmış biçimsiz koca taş­lardan evler yapıldığına tanık olmuş. Kapılar alçak ve pence­releri yokmuş. Kapı çerçeveleri ince ve aralıklı olduğundan içeri kar ve rüzgar giriyor, yağmurda damlar akıyormuş.

Cam nadiren görülüyormuş. Pencere diye bırakılan küçük deliklere, yağlı kağıt ve naylon veya bez parçaları çivilenmiş bir hâldeymiş. Ender olarak da ince deriyle kaplandığını gör­müş. Tamamen açıkta olanları da varmış.

Odaların bir köşesinde taş ve topraktan yapılmış ocaklar varmış. Burada ateş yakılınca odanın içini duman kaplar, içer­dekilerin gözleri yaşarır, üst başları is içinde kalır, nefes alamazlarmış. Duman ağır ağır tavandaki küçük bir delikten çı­karmış.

Köylüler hep aynı elbiseyle çalışır, yemek yer ve yatarlarmış. Yıllarca banyo yapamazlarmış. Çamaşır yıkamak alışkan­lıkları da yokmuş. Üst-başları bit ve böceklerle doluymuş.

Trahom hastalığından çok çekerler, çoğu kez de üşütüp yataklara düşer ve verem olurlarmış.

Su kuyuları tuvaletlerin hemen yanındaymış. Sular mik­roplu olduğundan tifodan kırılıyorlarmış.

Çocuklar arasında ishal, difteri, kızıl ve çiçek hastalıkları yaygınmış. Binlerce çocuk da daha küçük yaştayken ölüyor­muş.

Halk perişanlık içerisinde yetersiz besleniyormuş. Buna rağmen berbat bir şekilde içki de içiyorlarmış.

Halk arasında sağırlar, dilsiz, kör, topal, kambur, kötürüm ve geri zekâlıların da sayısı azımsanmayacak miktarlardaymış.

Doktor, bir köyü şöyle anlatıyor:

"Bir köye girilince insan şok olur. O durumu gö­renler kendisinden, çevresinden, toplumdan, uy­garlık denilen şeyden utanır.

Düşünüyorum, buralardan çok uzak ve zengin yer­lerde, tiyatrolar, konserler, yazarlar, sanatçılar, par­lamento, çarşılar, alışveriş merkezleri, eğence yerle­ri, barlar, gazinolar, bilimler akademisi, üniversite­ler, hastaneler ve birçok uygarlık kuruluşu var.

Burada ise sayısız insan, cehennem gibi bir hayat içinde ölümle pençeleşiyor.

Mesela bir köy evine girersiniz: Üç çocuk kuru toprak üstünde kızıl hastalığından can çekişiyor. Onların arasında anne yeni doğurmakta olduğu çocuğunun ağrılarıyla acı çekiyor. Sarhoş babaysa bir kenarda oturuyor.

Ona: "Evinde bu kadar felaket yaşanırken sarhoş olmaya utanmıyor musun?" diyecek olsanız; alaca­ğınız mırıltı türü cevap şu olacaktır:

Beyaz Zambaklar ÜlkesindeHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin