*32* Özlemek

10.6K 893 262
                                    

İyi okumalar 😘

Kafamın içinde yankılanan 'Şimdi ne yapacağım?' sorusu durmaksızın tekrar ederken başımı eğerek avuçlarım arasına aldım. Beynimde oluşan bu sesler her şeyin yine ve yine benim suçum olduğunu söylüyordu bana. Oysa ki tek istediğim hayatıma kaldığım yerden devam edebilmekti. Tanrım çok şey mi istemiştim ben? Yalnızca daha fazla acı çekmemeyi ve mutlu olmayı dilemiştim... Ama şimdi burada bulunan herkes benim yüzümden acı çekiyordu.

"Prenses hiç bir şey olmayacak merak etme." büyücü kadının konuşmasıyla eğdiğim başımı kaldırarak ona yapmacık bir şekilde gülümsedim. Hala daha rahat rahat bir şey olmayacağını savunabiliyordu.

"Bir sürü insan benim yüzümden acı çekerek ölüyor! Daha ne olmasını istersin?!" sonlara doğru sesimi yükseltirken yaşadığım ızdırabın sonucu olarak ağlamaya başlamıştım. Dışarıdan var olan kargaşa o kadar güçlüydü ki ağzımdan kaçan hıçkırık seslerini kendim bile duyamıyordum.

"Hepimizin önceliği sensin! Bu yüzden de kimseyi önemseme, prenses." ayağa kalkarak onu duyabilmem için bağıran Freya'ya inanamaz gözlerle baktım. Konuşmasının ne derece mantıksız olduğunun kendisi fark edemiyordu. Ancak ben farkındaydım ve bu şekilde olmasına izin veremezdim!

"Benden nasıl bu kadar bencil olmamı isteyebilirsin sen?" bu sefer çıkışarak bağırmak yerine beni anlamasını istercesine sessizce konuşmuştum. Ancak yinede Freya beni anlamamakta ısrarcıydı.

"Babana bir söz verdim ve bunu yerine getireceğim tamam mı? Bu yüzden de-" konuşmasını bitirmesini beklemeden bir hışımla kapıyı açarak kendimi dışarı attığımda beni karşılayan manzara nefesimi kesmeye yetmişti.

Yerde yatan cesetlerin bazıları yanarak kapkara olmuş, tanınmaz hale gelmişken kiminin üzerinde ise ateş hala varlığını sürdürüyor, ceset yanmaya devam ediyordu. Midemden yükselen acı sıvı genzime tırmanmaya başladığında elimi dudaklarımın üzerine bastırarak yüzümü buruşturdum. Kusmamak için büyük çaba harcarken sonunda ağzıma kadar gelen sıvıyı yutmak zorunda kalmıştım. Bu gerçekten de fazlasıyla iğrençti!

Çevremde olan berbat duruma vücudumun verdiği tepki sonucu bayılabilecek kadar kötü bir hale gelmişken kendimi umursamayarak yürümeye devam ettim. Onu hemen şimdi bulmam gerekiyordu. Göz göre göre askerlerimi daha fazla zarar vermesine izin vermeyecektim. Zaten ne olursa olsun benim sonum belliydi... Ejderhadan kurtuluşum olmayacaktı.

Kulağıma gelen sesleri takip ederek ağaçların olmadığı açık bir alana ulaştığımda sonunda onu bulabilmiştim. Ejderha bana arkası dönük şekilde yerden bir kaç metre yüksekte uçarak askerlerime ölümcül aleviyle saldırıyordu. Askerlerin yoldan neden bu kadar uzaklaşıp açık alana geldiğini şimdi anlamıştım, ejderhayı toplu olarak saldırarak yenmeye çalışıyorlardı. Herkes savaşmakla meşgul olduğu için benim geldiğimi görmemişken bu anlamsız savaşa nasıl son verebileceğimi düşünüyordum.

İçlerinden bir tanesine pençesini geçirerek onu havaya fırlattığında korkuyla gözlerimi araladım. Şu an ne kadar korkunç görünse de tüm gücüyle savaşmadığı bariz bir şekilde ortadaydı. Yalnızca gelen kılıç darbelerine pençesiyle karşı koyuyordu. Bir kaç defa da pençesini üstlerine savurduğunu görmüştüm. Peki ya alevi?

Havaya doğru devasa kanatlarını çırparak yükselmeye başladığında ne yapmak istediğinin ancak farkına varabilmiştim. Onlarla bilerek savaşıyormuş gibi yapıyorken aslında asıl amacı etrafına toplanan askerlerin üzerine güçlü alevini püskürterek tek seferde hepsinin işini bitirmekti.

"Bu kadar yeter savaşmayı bırakın!" ne yaptığımı düşünmeden tüm gücümle bağırdığım esnada herkesin bakışları bana dönmüştü. Şaşkın bakışların üzerimde olan varlığına ek olarak parlak yeşillerin de üzerimde ki ağırlığını hissedebiliyordum. Ancak yine de kafamı ona çevirmedim. Daha onunla karşılaşmak için hazır değildim ben.

Ejderhanın TutsağıWhere stories live. Discover now