ii ❝kırmızı kağıt parçası❞

724 126 96
                                    

cumartesi
3.47am

Her sabah saat altıda olduğu gibi nefret ettiğim mekanik alarmımın iğrenç melodisiyle uyanacağımı ummuştum, hatta geç uyuduğum için elimin tersiyle kapatır ve on dakika sonra aynı işkencenin devam etmesine sebep olurdum fakat gözlerimi zorlukla araladığımda henüz sabah değildi. Alarmım aksine dehşet şekilde yüksek siren sesleri odamın duvarlarına doluyor, kulak zarlarımı yırtacak kadar yüksek sesle yankılanıyordu.

Öylesine uykum vardı ki yataktan bedenimi nasıl attığımı, kapının yanındaki butonu gözlerini açamadığım halde nasıl bulduğumu hatırlamıyordum bile. Başımda keskin sızılar oluşurken yatağa geri dönmüş ve sıcak yorganımın içine girmiştim tekrar.

Yangın alarmı değildi bu, yalnızca ETH seansına çağırılıyordum. Zihnimdeki her şeyi yakıp yıkmak için harika bir gece seçmişlerdi; hem uykusuzluktan ölüyordum, hem de Kim Jaesuk'u kızdırmıştım. Kafamdan olabildiğince anı silmeleri gerekiyordu böylece, normalde haftada iki kere çağırılsam da bu bir nevi ceza olarak üçüncü olmalıydı.

Tesisteki tüm çocuklar habersiz ve belli bir düzeni olmadan odasında çalan sirenler ile çağırılıyor ve düşünme yetkilerini iyice zedelemek içim birtakım testlere tabi tutuluyordu. En sık çağırdıkları tesise yeni gelen çocuklardı, yaş ilerledikçe testler azaltılıyordu çünkü benim gibi istisnalar dışında herkes Kim Jaesuk'un istediği kıvama gelmiş oluyordu.

Ama ben, yeni gelenlerden bile daha sık gidiyordum; ya testler ile beni öldürmeye çalışıyorlardı ya da gerçekten testlerin işe yaracağına hala inanıyorlardı.

Sirenin tekrar çalmasını istemediğim için biraz daha yatağımda yuvarlandıktan sonra kalktım. Üzerimdekilerken kurtulup siyah tulumumu ve aynı renk botlarımı giydikten sonra siyah saçlarımı yukarıda sıkı bir şekilde toplamıştım.

Odamdan ayrılıp uzun koridorun beyaz fayanslarında adımlarımı ilerletirken kalbim düzensiz bir ritimle atıyor; uzun süredir ne yaparsam yapayım bir hafta içinde iki defadan fazla çağırdıkları olmamıştı ve ben korkuyordum. Tam olarak neyden korktuğumu bilmesem de kalbim gümbürtüyle atıyor, ellerim hafifçe titriyordu.

Aşağı kata uzanan merdivenlere ilerlerlediğim sırada soldaki koridordan birkaç adım sesi kulaklarıma dolduğunda durakamıştım. Adım sesleri yaklaşırken olduğum yerde durdum ve sessizce solumda kalan duvara sinip adım seslerini dinledim.

Adımlar orantısız ve nefes alışverişleri fazla düzensizdi, bu yüzden YKK Askeri olmadığından emindim. Kalbim daha hızlı atmaya başlarken bacaklarımın titremesine engel olamıyordum. Jaesuk veya bir başkası olabilirdi adımların sahibi; tam anlamıyla söylediği gibi hiç beklemediğim bir anda gelmiş olabilirdi.

Adım sesleri iyice yaklaştıktan sonra sol koridorun dönüşünden karşıma bir beden çıktı. Yüzlerimizdip dibe dururken kim olduğunu anlamaya bile fırsat bulamadan dudaklarım istemsizce aralandı, sessiz koridora yüksek bir çığlık bırakacakken benden erken davranmıştı. Uzun parmakları çenemi buldu, ardından sıcak avucunu sertçe dudaklarıma bastırdı.

Bakışlarım elin sahibini bulduğunda şaşkınlıkla gözlerim irileşmişti çünkü karşımdaki beden tıpkı benim gibi siyah bir tulum giyiyordu, koyu kahverengi gözleriyle yüzümü süzerken pembe dudaklarından düzensiz nefesler alıp veriyordu.

Karşımda Jaesuk ya da alnıma silah namlusu dayamış biri olsaydı çok daha az şaşıracağıma emindim ama karşımda tıpkı benim gibi, tesise beyni yıkamak için ailesinden alınan bir oğlan vardı.

Kocaman açtığım gözlerimle oğlanın beyaz yüzünü incelerken gecenin bu saatinde odasından nasıl çıktığını, nasıl kimseye görünmeden kızlar yurduna girdiğini, böyle bir risk almasını gerektiren şeyi ve benzeri onlarca soru aklımda sıralanıyordu aynı zamanda.

Bakışları sağımızda kalan koridoru izlerken dudaklarım üzerindeki uzun parmaklarını gevşetmişti, elini çekeceği sırada arkamda kalan koridorda yankılanan adım sesleriyle bana baktı. Oldukça düzenli ve gürültülü olduğuma bakılırsa tahminen iki YKK Askeri bize doğru yaklaşıyordu.

Bu daha çok afallamama sebep olurken çenemde henüz gevşeyen parmakların sıkılaştığını hissettim, ardından omzumdan tuttu ve bedenimi soldaki koridora çekti. Beni duvara yasladıktan sonra o da tam önümde durmuştu. Fazlasıyla çekik gözleriyle birkaç saniyeliğine yüzümü incekedikten sonra tekrar koridora baktı dudaklarından sessizce birkaç mırıltı dökülürken.

Yakınlığı yüzünden hafifçe titremeye başladığımda bedenini itmek istemiştim fakat yapacağım herhangi bir hareket yakalanmamıza sebep olabilirdi bu yüzden yalnızca dolan gözlerimi sıkıca kapattım ve sakinleşebilmek için dilimi ısırdım.

Adım sesleri gittikçe yaklaşıyordu ve ben o kadar korkuyordum ki kalbimin gümbürtüyle atışını, bedenimin şiddetle titreyişini, hatta yanağıma birkaç yaş yuvarlanmasına izim veren gözlerimi engelleyemiyordum. Henüz sabah ceza almıştım, sabıkalarım giderek artıyordu ve eğer askerlere yakalanırsak kendimi birden bire içinde bulduğum durumu nasıl açıklayacağımı bilmiyordum.

Jaesuk bu sefer beni gerçekten öldürecekti.

Çenemdeki el tenimi rahat bıraktıktan sonra önümden çekilip sırtını benim gibi duvara yaslamıştı. Uzaklaşmasıyla derin bir nefes aldığımda bana baktı ve "Hareket etme." diye fısıldadı, öyle sessizdi ki sözlerini güçlükle anlayabilmiştim. Gözlerimle onu onayladıktan sonra dudaklarımı ısırarak başımı duvara yasladım.

Birkaç saniye içinde iki YKK Askeri sağımda kalan koridordan çıkıp botlarının çıkardığı gürültüyle seri bir şekilde dümdüz ilerlemişlerdi, ardından merdivenlerden inip gözden kayboldukları sırada kalbim o kadar hızlı atıyordu ki bir anlığına patlayacağını sanmıştım.

Yanımdaki oğlan duvardan çekilerek tırabzanlardan alt katı kontrol ettiği sırada hala düzensiz nefeslerim ve titreyen bedenim ile olduğum yerde duruyor ve dudaklarımı dişlerim arasında ezerken birkaç derin nefes alarak sakinleşmek için uğraşıyordum.

"Seni mi arıyorlardı?" diye sordum kalbim hala küt küt atarken. Üst kata da kısa bir bakış attıktan sonra bana dönmüştü, önüme yürürken başını olumlu anlamda salladı.

"Seanstan falan mı kaçtın?"

"Hayır." Boğuk sesiyle cevapladıktan sonra bileğimden tuttuğunda kaşlarım hafifçe çatılmıştı, o ise siyah tulumunun cebinden kırmızı bir kağıt parçası çıkardı, gözlerime bakarken pembe dudaklarını aralayıp bir şeyler söylemek için nefes almıştı ama tek kelime bile etmeden geri kapattı. Ardından parmaklarım arasına kağıdı bıraktı ve avucumu kapatmamı sağladıktan sonra birkaç adım geri adımlamıştı.

Tekrar koyu kahverengi gözlerine baktım ve "Bu ne?" diye sordum ama sorumu es geçerek "Bundan kimseye bahsetme." dedikten sonra birkaç büyük adım daha attığı sırada oldukça uzaktık. Arkasını dönüp boş koridorda hızlı adımlarla ilerlerken arkasından "Bekle!" diye bağırmıştım buruk sesimle.

Ama koridorun tam ortasına gelene kadar durmamıştı. Döneceğini sanmıştım fakat tavana sabitlenmiş borulara tutundu, ardından havalandırmanın kapağını açarak bedenini kolayca kaldırmış ve gözden kaybolmuştu.

Çatık kaşlarımla son bir dakika içinde olanları kavramaya çalışırken avucumdaki kırmızı kağıt parçasına baktım. Derin bir nefes aldım ve dörde katlanmış küçük kırmızı kağıdı aralayarak düzgün bir el yazıyla yazılmış kelimeleri okudum:

❝farklı olduğunu biliyoruz. yarın güneş battığında yemekhane binasının alt katında seni bekliyor olacağız.❞

10.8.20

geç geldiği için üzgünüm, umarım beğenirsiniz❤

yorumlarınızı ve fikirlerinizi esirgemeyin lütfen!!

sınır: +30 oy

age of beware :: hyunjinWhere stories live. Discover now