➶the archer

605 27 31
                                    



-All the king's horses
all the king's men
couldn't put me
together again-

Nisa,

Elimde Barış'ın iki yıldır bana ulaşmayı bekleyen mektubuyla, her şeyin başladığı zaman kaldığımız ağaçların birine yaslanmış oturuyordum.

Üzerimde yine o lacivert elbise ve dizde çizmeler vardı. Elimdeki -önceden onun hayran olduğu- okları bir bir kırıp önümdeki ateşe atıyor, kucağımdaki mektuba bakıyordum.

"Nisa'ma" diye yazıyordu üstünde. Benimle gönül eğlendirmişken, aynı zamanda nasıl bana Nisa'm deme cesaretine sahip olmuştu?

Hande'nin gruptan ayrılmasından bir hafta geçmiş-geçmemişti o zamanlar. O buradaki neredeyse her şeyini kaybettiğini, şimdiyse hayallerini gerçekleştirmek istediğini söyleyip bir gemiye atlamış ve Kanada'ya gitmişti.

Eğer Zuko'nun zayıf bir noktasını bulursak da ona mektup yazmamızı istemişti. Belki ben de aynısını yapmalıydım, onunla gitmeliydim.

Barış bir gece beni kaldığımız ağaç kovuklarından çıkarıp diğerlerinin yanından uzak bir yere götürmüştü. O an kalbimin nasıl çarptığını asla unutmadım.

Ayın ihtişamlı parlaklığının altında ellerimi tutup öptükten sonra konuşmaya başlamıştı.

"Nisa, ben bir şeylerden eminim şimdi."

"N-ne gibi emin?"

"Artık gecenin gündüzden daha huzurlu olduğuna, ayın güneşten daha büyüleyici olduğuna ve seni sevdiğime eminim."

Yüzümdeki gülümsemeden başka bir şey vermemiştim ona bu sözlerinin karşılığında. O ise tuttuğu ellerimden beni kendini çekip dudaklarıma yaklaşmıştı.

O masum, onay ister bakışlarına karşılık ben ona yaklaşmış ve dudaklarına küçük bir öpücük kondurmuştum. Sonrasında heyecanla çekilip boynuna kollarımı sarmıştım.

"Seni asla bırakmayacağım."

Başka bir yalan daha ha?

"Bu kadar emin konuşma. Benim bütün kahramanlarım yalnız başına öldü."

"Hey, seni kim terk edebilir ki?"

"Ama kim kalabilir?"

"Ben."

"Umarım."

Biraz daha sarıldıktan sonra kovuklara geri dönmüştük, ben o gece mutluluktan uyuyamamıştım.

Sonraki iki gün mükemmel geçerken, üçüncü günün sabahı diğerlerine aramızdakileri açıklayınca, işler hiç beklediğim gibi gitmemişti.

"N-ne demek biz birlikteyiz? Barış, sen yıllarca Aycan'a aşık değil miydin? Üç günlük kıza mı değiştin ha onu?"

Cemal en beklemediğim kişiydi aslında.

"Bana mı aşıktın? Ve söylemedin! Söylemedin ve bu.. bu sürtüğün aklını çelmesine izin verdin!"

Herkes eski arkadaşı olduğu için Barış'ı koruyordu. Ama benden koruyorlardı. Neden?

"Ya.. Ben Öykü'yü sana anlatırken sen bana Aycan'ı anlatıyordun. Ne değişti hemen şimdi?"

Öykü&Kerem sevgili olmuştu çoktan o zamanlar. Bizi anlamaları gerekirken niçin böyle davranıyorlardı ki?

"Lale sen? Sen de mi bizi desteklemeyeceksin?"

Benim umutsuz bakışlarıma cevap vermemiş, sadece kafasını çevirmişti.

"Sana inanamıyorum. Onun hakkında o kadar konuştuklarımızdan sonra.. Nasıl bu kadar dönek olabildin?"

Ben Cemal'in sert tepkisine şaşırmışken, Barış'ı en çok yaralayan Berkan'dı. Ve kardeşi bildiği birinin ona bunu demesi çok ağır gelmişti belli ki. Fazla ağır.

Bunlardan sonra birkaç saat kimse konuşmamıştı. Ama Aycan ve Barış'ın ortadan yok olması dikkatimi çekmiş, onları aramaya gitmiştim.

Gördüklerim, üç gün önce beni öperken şimdi ağlayan Aycan'ı öpen bir Barış'tı. Ses çıkarmamaya dikkat ederek oradan uzaklaştım. Diğerlerinin yanına da uğramadan peronların yolunu tuttum.

Üstüm başım temizdi, dün tekrar alışverişe gitmiştik. Param da vardı. Ancak kalman için bir sebep yoktu.

Kahverengi elbisemi çamur olmasın dizlerime kadar tuttuğum için ellerim doluydu. Yanaklarımın ıslaklığını silemeden, ne kadar olduğunu tam olarak bilmiyorum, biraz yürüdüm.

Ve şimdi, iki sene sonra buradayım. Yalnız başına, tekrardan. Okçu kız. Her şeyin başladığı yerde, yeniden.

-'Cause all of my enemies
started out friends-

⬇️⬇️
Nasıl nasıl nasıl buldunuuuuuz 😽😽💗

The Archer 2: PeaceWhere stories live. Discover now