1; istersen ben senin arkadaşın olurum

14.5K 555 127
                                    

1; İstersen Ben Senin Arkadaşın Olurum

Ortaokul son sınıf öğrencisiydim. Dönemim hakkında anlatacağım ahım şahım bir hatıram yok fakat ortaokul son sınıfa kadar en yakın, hatta tek yakın, arkadaşımla yaşadıklarımız hatrımdan hiç çıkmayacak, biliyorum. Donghyuk, orta halli bir ailenin çocuğuydu, benim baba parasıyla okuduğum özel okulu burslu okuyordu. Tüm vaktimi onunla harcamayı seviyordum, aramızda "özel" diyebileceğim bir bağ yoktu ancak tek arkadaşımdı işte.

Son zamanlarda deli işi bir sevdaya tutulmuştu: futbol. Okuldan arta kalan zamanlarını, alt tabakadan insanların yaşadığı bir mahallenin halı sahasında futbol oynamakla geçiriyordu. Çimlere ayak basana dek geçtiğimiz çamurlu, sidikli yollar iştahımı kesiyordu. Donghyuk'un ise umrunda gözükmüyordu. Yine de ona çok dil döktüm, spor tutkusunu eli yüzü düzgün insanlarla ve mevki sahiplerinin gözetiminde elle tutulur bir başarıya çevirebilirdi. Serserilerle bir yere varamazdı. Dinlemiyordu kesinlikle ve benim de söylene söylene ona eşlik etmek dışında yapacak bir şeyim kalmıyordu.

Futbolun ona kattığı agresiflikten bahsetmiyorum bile, bir akşam onun o aptal maçını seyrederken aslı astarı olmayan bir nedenden dolayı bana, annemi de işin içine soktuğu bir küfür etti. Sinirden tir tir titremiştim, gözlerimin dolduğunu fark etmediğine içerleyemeyecek kadar sinirlenmiştim. Annem konusunda ne denli hassas olduğumu bilen tek kişiydi veya ben bildiğini sanıyordum, emin değilim. Onu oracıkta öldürmemek için bakışlarımı bir başka yana çektiğimde beni seyreden birisini gördüm. Düşünceli düşünceli beni gözlüyordu, önemsemeden odağımı yeniden arkadaşım yapmıştım.

Diğer günler onun agresif tavırlarına, serseri tipli dostlarına ve küfür dolu koşuşturmalarına bir nebze alışmış sayılırdım. O ve görgüsüz takım arkadaşları susadıklarında sahanın kenarına koşuyor, bir yandan da, "Su ver!" diye böğürüyorlardı. Konuşmadan uzatıyordum şişeyi. Ne konuşacaktım o densizlerle ben? Böyle desem de aralarından birisi farklı düşünüyor olmalıydı ki su şişesini uzattığım bir sefer teşekkür etmişti usulca. Anlamsızdı, bu yüzden sessiz kaldım.

Günler geçip giderken bu sevdadan kurtulması gerektiğine olan inancım gittikçe büyümüştü, notları düşüyordu, öğretmenlerin gözüne batar olmuştu, burslu öğrencilerin kaçınması gereken ne varsa sonunu düşünmeden dibinde bitiyordu. Aklım sürekli onunla doluydu. Ya bursunu kaybeder de okuldan ayrılmak zorunda kalsaydı? Tek dostumdu o benim, kaybedemezdim. Bu korkularımı ona aynen ilettiğimde beni biraz olsun dinleseydi böyle olmazdı belki. "Anneme babama vermediğim hesabı sana mı vereceğim..." diyordu fazla üsteleyince. Susmak zorunda kalıyordum.

Bazen susmayı beceremediğim anlar dank ediyordu, alıp da verecek nefes bırakmadığım için mahcup hissediyordum fakat o gün ortada, gerçek bir hindik olduğuna kalıbımı basarım! Maç sonunda, kurtulduğumuza sevinirken aralarından biri leş kokan terine aldırmadan Donghyuk'un koluna sarılmış bana duyurmadan konuşuyordu. Güpegündüz fısıldaşıyorlar, benden bir şey saklıyorlardı. "Jimin, biz bir yere uğrayacağız. Sen eve kendin gidersin," demişti Donghyuk. "Olmaz," dedim anında. "Artık eve dönelim. Saat bir hayli geç oldu." Zaten sirke satan suratı reddedişimle daha çok asıldı, benden kurtulmak için can atıyordu. "Sen git, ben gelmeyeceğim," dedi fakat dişleri arasından konuşuyordu. Bu kadar sinirleneceği ne vardı? "O zaman ben de seninle geleyim," dedim el mecbur. Onu, özellikle şu uzun hovardayla bir başına bırakmam için delirmiş olmam gerekirdi, benimse aklım gayet yerindeydi. "Jimin," diye yükseltti sesini, "gelme!" Sabrının son demlerinde oluşunu umursamadan ona doğru yaklaşırken uzun hovardanın beni iterek yere savuracağı bir ihtimal olarak bile gözükmemişti gözüme. "Laftan anlamaz mısın? Anasının a... birlikte mi çıktınız, siktiğim..." Şaşakaldım, ilk defa birisi böyle üzerime yürüyüp argo konuşmuştu fakat asıl beni dumura uğratan, arkadaşım sandığım çocuğun yaşadığım olayı gram umursamadan öylece gitmesiydi. Ardına dahi bakmamıştı, sahi, nasıl bakmadan gidebilmişti...

Karanlığın içinde bir başıma kalınca, kendimde ayağa kalkacak gücü aradım. Ayaklanıp da evime dönmek istemiyordum, bir ömür burada, paçavra gibi savrulduğum çimlerin üstünde kalsam ne çıkardı? O an, gittikçe yakınlaşan sese dikkat kesildim. O çocuktu, su şişesi uzatsam teşekkür eden, ne zaman Donghyuk'tan azar işitsem köşeden beni dikizleyen çocuk. "İstersen," demişti, "ben senin arkadaşın olurum." Farklı bir dil duymuşum, hatta eşi benzerine rastlanmayan bir ırk görmüşüm gibi gözlerimi kıstım. "Hah," diye homurdandım ayağa bir hışımla kalkarken. Benim zaten bir arkadaşım vardı, kendini ne sanıyordu?

O akşamdan sonra Donghyuk'u göreceğim anı kolladım, okula adım atar atmaz hiddetle sınıfa girip onu görmeyi bekledim ancak o gün okula hiç gelmemişti. Başına bir şey gelebileceğinden korktum çünkü onu en son gördüğümde güvende sayılmazdı. Daha öncesinde yolda görsem tanımayacağım müdürü bir şekilde bulup yalvar yakar annesini aramaya ikna ettim, öğrenci numarasını söylediğimde annesinin iki saat evvel kaydını sildirdiğini söyledi. Benden habersiz kayıt sildireceğine inancım sıfırdı, annesinin başının altından çıktığına emindim. Yüzyüze konuşmak en sağlıklısıydı.

Binbir zorlukla evine vardığımda en azından sahici bir tebriği hak ettiğimi düşünüyordum, daha önce hiç gelmediğim bir yere beni götürsün diye babama döktüğüm dilin haddi hesabı yoktu, babamın benim isteklerime karşı takındığı sert tutuma rağmen başarabilmiştim hem de bunu. "Sen kimsin?" demişti kapıyı açan ketum kadın. Kaşları öylesine çatıktı ki bir suç işlediğime beni de inandırmıştı. "Donghyuk'un arkadaşıyım. O evde mi?" dedim güçsüz bir sesle. Sosyal yönümün çok zayıf olmasına karşın bu korkutucu kadınla konuşmam, konuşabilmem gerekti. Donghyuk için katlanmalıydım. "Evde değil. Olsaydı da seninle konuşamazdı. Çünkü o okuldan kimseyle arkadaşlık etmesini istemiyorum." Kadın ne dese içim rahat etmiyordu, onun lafıyla arkadaşımdan olacak değildim ya... Benim direkt kendisiyle konuşmaya ihtiyacım vardı.

Eve gelmesini bekleyebilmem adına bir bahane düşünüyordum ki onun sesini duydum. Ayakkabılarımın ayağımda oluşunu önemsemeden eve girdim, kadın hem şok hem sinirle bana bağırıyordu. Onu birkaç kişiyle televizyon başında göt devirip gülüşürken bulmak epey canımı sıktı, benim geldiğimi biliyor ama ayağa kalkıp bakmaya tenezzül etmiyordu demek. "Donghyuk, nasıl-"

"Lan evimde bile senden kurtulamayacak mıyım ben? Bir düş yakamdan!" Gördüğü gibi kan beynine sıçradı. Onun siniri kalbimi parçalara ayırmıştı. Tam ağzımı açacağım sırada, "Jimin, bırak artık beni," diye lafa atladı, tahammül edemiyordu sanırım. "Bir daha beni ne ara ne sor. İstemiyorum seninle arkadaş olmak falan. Sok şunu o man kafana... Her bir bokuma karışan, sürekli beni uyaran, sürekli akıl veren, kendisinden başkasıyla konuşmama bile kızan birisini istemiyorum." O gün, orada, ağrıma giden o kadar çok laf söylemişti ki... "Senin gibi bir manyakla kimse arkadaşlık etmez," dediğinde boğazıma tek tek diktiği düğümler kalıcı olmuştu.

Ona kırgınlığım daim olmuştu.

O akşamın siniri üzerimdeyken gittiğim yer, küflü ekmek kokan mahallenin halı sahasıydı. Saatin geç oluşundan mı evrenin yalnız kalmayı istememe saygı duyuşundan mıdır bilinmez, saha boştu. Nefeslerimin yankılandığı sıra gözüme yırtık pırtık bir top çarptı. Tüm öfkemi kusacağım topa yaklaşıp var gücümle bir tekme savurdum. Hızlı ama aceleci olmayan adımlarla durduğu yere gidip tekrar vurdum. Bu defa peşinden gitmedim. Ben attıktan sonra ayak ucuma kendiliğinden geri dönmediği için o toptan nefret ediyordum. İşe yaramaz top... Ne olurdu gelseydi? Hep ben mi onun peşinden koşacaktım, bir kez olsun beni düşünse ve bana gelen o olsa...

"Hiç beceremiyorsun," dedi, eğlendiğini yalnızca tonlamasından bile anladığım o çocuk. "Kavga eder gibi vuruyorsun topa." Memnun ifadesini süzdüm. Tanıdık simasına tenezzül edercesine bakıyordum. "Futboldan anlamam," diye mırıldandım soğuk bir tavırla. "Ama," diye ekleme ihtiyacı hissettim hemen sonra, "basketbolda rakibim yok."

Ardından, dudaklarının kıvrımlarını gördüm. Ne zaman görsem yüreğime en büyük depremini yaşatan, uçuşan saç tutamlarımın ucuna yıldızlar konduran tebessümü... Bir ömür sınanacaktım ben bu gülüşle.

shameless friend,, kookminWhere stories live. Discover now