18.Bölüm

5.9K 130 5
                                    

 "Aşk, elinde kısa bir kibrit ile zifiri karanlıkta sonsuza kadar yürümeye cesaret etmektir..."

L şeklindeki koltuğumun oturma yerine dizlerimi koymuştum. Kol dirseklerimde sırt bölümünün en üstünde duruyordu. Küçük penceremden yere usulca dökülen yağmuru izliyordum. Mira gittikten sonra birkaç bira içmiştim. Ağzımdaki sigaramdan çıkan dumanın yavaşça havaya karşıtığını görebiliyordum.

Aklımda sevdiğin kadın, elimde teneke bir bira vardı. Dönecek miydi? Ne yapmaya gitmişti evine? Acaba yolda ıslanmış mıydı?

Hayatımda Mira'dan önce hiç mutluluk aramamıştım. Bence mutluluk insanların yanlış paradigma ile baktığı ucuz bir kavramdı. Onlar hep mutlu olacağı metodolojiler ararlardı. Oysa ki mutluluk her zaman olmazdı. Tıpkı tatil gibiydi. Tatil kavramının olma sebebi çalıştığımız zamanların çalışmadıklarımız ile kıyaslaştırılınca daha fazla olmamasıydı. İnsan hep çalışırdı ve bazen de çalışmaya ara verirdi. Bu aynı hüzün ile mutluluk arasındaki ilişki gibiydi. Bence bir insan sonsuza dek mutlu olamazdı. Çünkü mutluluk hüznün haftasonuydu.

Mira'yı ilk gördüğüm zaman oldukça büyük bir önyargı ile yaklaşmıştım. Ben doğuştan eşcinseldim. Hangi kadın hemcinsine ilgi duyar, hangisi duymaz iyi gözlemlerdim ancak Mira da bunu gerçekten anlamamıştım. Ta ki benimle bara gelip alıcı gözü ile bakana kadar. Hayatım boyunca aradığım sadık ve sevecen kadını o zaman bulduğumu anlamıştım. Aslında biraz garip bir durumdu. Hem kapalıydı, hem de islami şartlara göre yaşayan etnik bir yapıdaydı. Açıkçası afgan göçmenler ile ilgili pek fazla şey bilmezdim. Onları hep dokuz çocuk doğuran ve hayatı asla öğrenemeyen cahil kimseler olarak tanımlardım aklımda ancak Mira öyle değildi. O farklıydı. Öncelikle cesurdu. Öğrenmekten korkmuyordu. Sadıktı. Hareketleri doğaldı. Hiçbir şeyi bilmiyordu. Cinsel bir deneyimi yoktu. İlişkinin ne olduğunu bilmiyordu. Bunu ilk kez birlikte olduğumuz zaman telefonumu almayışında anlamıştım. Hatta beni tek gecelik kızlardan zannettiğini düşünmüştüm. Öyle değildi. Mira sadece kurallarını bilmediği bir oyunu yeni oynuyordu.

Hayatımda ilk kez bu tarz bir kız ile karşılaşıyordum. Bu dünyaya kız bedeninde bir erkek olarak gelmiştim ve karım olacak kadını aradım hayatım boyunca. Bu kızın Mira olacağını hiç tahmin etmezdim. Belki de eşcinsel ilişkilere en uzak olan kesimin bir üyesiydi. İşin ilginç yanı ailem bile benim ne olduğumu kabul etmezken o etmişti. Kendimi bir anda sahiplenilmiş hissetmiştim.

Eski sevgilim yüzünden hayatta oldukça vakit kaybetmiştim. Bu biraz da beni hatamdı. Beni aldatmıştı. Hemde çevremde bulunan, bana arkadaş olarak yaklaşan başka bir kişiyle. Sonrasında anlamıştım. Ne arkadaşım gerçek arkadaşımdı ne de sevgilim gerçekten sevgilimdi. Adı Sami'ydi. Onun için ailemi karşıma almıştım... Tüm akrabalarımı... Tanıdığım herkesi... Sami ile güzel geçen ilk birkaç aydan sonra başkası ile birlikte olduğunu öğrendiğim zaman deliye dönüp, gümüş muştam ile onu hastanelik etmiştim. O günleri hatırlamak istemiyorum. O zaman başka biriydim. Başka birinin canını yakan türden bir insandım. Bu yanlıştı... Ve bu bedeli hapis yatarak ödemiştim... Sanırım ikinci bir şansı Mira ile elde etmiştim. Bu şansı geri tepemezdim. O benim dünyamdı. Bir kez daha dünyamı yıkamazdım.

Derin düşüncelerimi toparlamaya çalışırken aniden kapı çaldı. Zile basılmamıştı. Sert bir şekilde tahta kapı yumruklanıyordu. Ne olduğunu anlayamadım. Ayağa kalktım. İçkimi ve sigaramı bıraktım. Kapıya yöneldim. Kulpu çevirip açtım. Hayatım boyunca rastlamadığım bir sahne karşımdaydı. Öyle bir sahneydi ki, sanki bir hapishane mahkumu özgür kalmak için demir parmaklıkları yutmuştu. Mira karşımdaydı. Sağ gözü şişmişti. Üst dudağı patlamıştı. Elinde elbiselerinin dışarı taştığı bir bavul vardı. Şişmiş ve kapanmış gözünde bir gülümseme vardı. "Bu eve girebilir miyim?" dedi. Ne tepki vereceğimi bilemedim. Kafamda binlerce soru ile öylece kalmıştım. Öncelikle sevdiğim kadını dövüyordu böyle? Ailesi miydi? Tüm ailesini kazığa oturturdum. Hayatlarını karartırdım. El kaldıramazlardı benim kadınıma! Mira neden bir bavulla öylece karşımda duruyordu? Ailesine ne demişti? Düşünmek için yeterli vakit yoktu. Onu kapıda bekletemezdim. "Tabi ki de gir... Bu ev senin Mira! Sana ne oldu böyle?" dedim. Cevap vermedi. Bir süre salondaki koltuğa geçip ağladı. Yanına oturdum. Başörtüsünü çıkardım. Saçlarını okşadım. Saç diplerindeki sıcaklık bana her zaman huzur verirdi. Endişeli halimi ona yansıtmamaya çalıştım. Zaten oldukça fazla şey yaşamıştı. Acaba annesi mi dövmüştü? Yoksa abisi mi? Yoksa her ikisi de mi? Bilmiyordum. En kötüsü de buydu... Sevdiğim kadının başına neler geldiğini bilememek...

Mira'ya biraz zaman tanıdım. Kendini toparlaması gerekiyordu. Sessizliğimi korudum. Bir süre sonra ağlaması azaldı. "Ne oldu Mira?" diye sordum. Ara ara kısılan ağlamaklı sesi ile "Söyledim onlara... B... Beni dövdüler... Evden attılar..." dedi ve tekrar şiddetli şekilde ağlamaya başladı. Daha önce ailesine hiç itirafta bulunmamış biri olsaydım neden bahsettiğini anlamazdım ama benimde başıma gelmişti. Sami için ailemin karşısına çıktığımda onlarda anlamamışlardı. En azından beni dövmemişlerdi. Kendimi şanslı saydım. Mira'ya sarıldım. O gece bir daha konuşmadık. Sadece birbirimize sarılıp kanepede uyuduk.

Sessiz AşkWhere stories live. Discover now