19.Bölüm

5.9K 129 7
                                    

Hayat aslında hepimizin kendi yorumunu kattığı kısa metraj bir filmdi. Herkes aynı şeyleri izliyordu ancak farklı yorumluyordu. Gökyüzünden yağan yağmura şemsiye açıyordu bazıları... Bazıları da altında doyasıya ıslanıyordu... Yine de sonuç olarak yağmur herkesin üzerine aynı şekilde yağıyordu...

Mira ile birlikte yaşamaya başlayalı iki gün oluyordu. Ani bir başlangıç yapmıştık. Önemli bir adım atmış genç çiftler gibi heyecanla mobilya seçmedik, birbirimize alışma süremiz olmadı, oturup karar vermedik. Birden bire gelişti her şey. Ailesiyle her ne yaşadıysa evden atıldı. Bunun hakkında detaylı bir konuşma yapmadık. Sadece aniden kendimi sevdiğim kadınla yaşarken buldum. Gençtim, aşıktım, çocuk halimle büyük adımlar atmak zorunda kalmıştım. Pişman değildim. Sadece alışamamıştım henüz.

Mira işten iki gün izin almıştı. Başına gelenleri sindirmesi için zamana ihtiyacı vardı. Bunu anlıyordum. Yaşadıkları kolay değildi. Ben ise işe gidip gelmeye devam ettim. İstemeden de olsa hayatımın en güzel günlerini yaşamaya başlamıştım. Eve geldiğimde hayatımın kadını beni bekliyordu. Birlikte L koltuğun uzun bölümünü açıyorduk. Üzerine yastık ve yorgan koyup uyuyorduk. Sabah uyandığımda oluyordu. Uzun gür saçları açık ve dağınık bir şekilde yastığın üzerinde duruyordu. Bir süre saçlarına dokunuyordum o daha uyanmamışken. Başı açık olduğu zamanlarda daha güzel oluyordu gözümde. Çok doğal bir güzelliği vardı. Sırt ona bakabilmek için yarım saat erken uyanıyordum. Ne ara bu kadar romantik olmuştum? Eskiden bu tarz hareketleri işitince bile kusasım gelirdi. Şimdi ise filmlerdeki gibi duygusal yaklaşıyordum onunla ilgili her şeye.

Bazen gece sevişip çırılçıplak yatıyorduk. Sabah uyandığımda yorganı biraz üzerinden sıyırıp göğüslerine bakıyordum. Minyon bir kıza göre oldukça iri ve güzel göğüsleri vardı. Bazı sabahlar kendimi tutamayıp göğüs uçlarını öpüyordum. Uyanıp gülümsüyordu bana. Yaşadıklarından ötürü yarım ağızla tebessüm ediyordu. Tam gülemiyordu. Yine de benim için yeterliydi.

Kabul etmem gerekiyordu. Benim için çok büyük fedakarlıklarda bulunmuştu. Tıpkı bir zamanlar benim Sami için yaptığım gibi. Tek fark, ben onu aldatmayacaktım. Yarı yolda bırakmayacaktım. Üzmeyecektim. Onu hep sevecek ve koruyacaktım. Birgün karım olacaktı. Ya da çoktan olmuştu. Bunun sorumluluğunu sırtlamalıydım.

Mesai bitiminde eve gelmiştim. Bu Mira'nın son izin günüydü. Oldukça yorgundum. Anahtarı deliğe sokup çevirdim. İçeri adımımı attığımda mutfak tezgahı ile karşılaştım. Üzerinde yemek dolu tencereler vardı. Mira oldukça iyi bir aşçıydı. Sanırım afganların genel özelliklerinden biri de iyi yemek yapmalarıydı. Biraz fazla baharatlı olsa da oldukça lezzetli menüler çıkartıyordu hergün.

Mutfak ile salon birleşik olduğundan sağ tarafa dönünce onu gördüm. Daha önce hiç görmediğim bir haldeydi. Evin içinde olmasına rağmen başını bağlamıştı. Kilime benzer küçük bir şeyin üzerinde eğilip kalkıyordu. Fısıltıyla bazı şeyler söylüyordu. Sanırım arapça konuşuyordu kendi kendine. Ben hep afganların darice bildiğini sanırdım. Mira bir keresinde öyle söylemişti. Ortadoğuluların hepsi arapça biliyor muydu yoksa? Emin olamadım.

"Mira... Ne yapıyorsun?" diye sordum. Cevap vermedi. Sanırım bir çeşit ibadet çeşidiydi bu. Yarıda kesmemesi gerekiyordu. Bodur buzdolabından bir bira kapıp koltuklara geçtim. Tam karşısında içkimi yudumlayıp onu izledim. Ritüel bittikten sonra ayağa kalktı. "Hoşgeldin sevgilim." dedi. Yerdeki kilimi katlayıp bavuluna koydu. Geri gelip yanıma oturdu. Biramı uzattım paylaşmak için. "Teşekkürler. Canım istemiyor." dedi. Merakıma yenik düşüp "Ne yapıyordun orada?" diye sordum.

-Namaz kılıyordum.

-O da ne?

-Aslında günde beş vakit kılınması gerekiyor ancak ben hep aksatıyorum. Evde olduğum için ibadetlerimi yerine getireyim dedim. Yarın iş başlıyor. Pek vaktim olmayacak.

-İlginçmiş. Peki neden alnını yere koyuyorsun?

-Çünkü Allah'ın önünde secde ediyorum. Ona minnetimi ve saygımı gösteriyorum.

-Neden? Senin ona saygı duyduğunu bilmiyor mu?

-Sen benim seni sevdiğimi biliyorsun değil mi? Yine de bazen sana olan aşkımı göstermemden memnuniyet duyuyorsun.

-Evet.

-İşte bu da tam olarak öyle.

Hayatımda boyunca asla güçlü bir inancım olmadı. Çünkü kilisenin tanrısı eşcinselliği kabul etmiyordu. Mira'nın içinde bulunduğu durumda bile tanrıdan uzaklaşmamış olması, oldukça sadakatli bir hareketti. Bunu nasıl başarıyordu bilmiyordum. Yine de ona saygı duyuyordum. Yaşayış biçimi benimle pek bağdaşmasa da kendisini en rahat olduğu şekilde ifade etmesini istiyordum.

"Mesai nasıldı?" diye sordu. Biramdan büyük bir yudum alıp "Her zamanki gibiydi." dedim.

-Yarın bende seninle geliyorum.

-Biliyorum. Aslında izin sürenin bitmesine üzülmüyorum. Çünkü seni mesai saatlerinde özlüyorum.

-Bende seni özlüyorum.

Bir süre sessizce oturduk. Aklımda yaşananlardan bahsetmek vardı aslında. Hala tam olarak konuşmamıştık. Evine gidip ne yaptığını bilmek istiyordum. Asıl endişelendiğim konu ailesini kaybetmeyi sindirememiş olma ihtimaliydi ki bu ihtimal oldukça yüksekti. Olaylar daha çok tazeydi. "Mira..." diye girdim lafa. Kara gözleriyle bana baktı.

-Çok şey yaşadın yakın zamanda... Benimle konuşabilirsin... Biliyorsun değil mi?

-Biliyorum... Sadece o geceyi hazır olduğumda konuşacağım seninle. Sana her şeyi anlatacağım. Söz veriyorum.

Bir kez daha ertelemişti detaylı bir şekilde konuşmayı. Üzerine gitmemeliydim. Benim tek korkum, hafızasının ruhuna işkence ediyor olmasıydı. O geceden kaçtıkça Mira'nın yükü daha da artıyordu. Arttıkça ruhu yoruluyordu.

Elimden gelen tek şey ona olan aşkımı göstermekti. Giysisinden yakaladım. Dudaklarına yapıştım hiçbir şey söylemeden. Bir süre sarılıp öpüştük. İkimizinde buna ihtiyacı vardı. Yeni hayatımda eşimle her duyguyu ortaklaşa paylaşmak istiyordum. Bence gerçek aşk, bir insanın acılarına ortak olmaktı çünkü zaten aşıkların sevinçleri kişisel olmuyordu...

Sessiz AşkWhere stories live. Discover now