10 Mart 1998 - belki birisi gelir diye bekledi sabaha kadar. (son)

580 58 36
                                    

Ürkütücü bir yerdi yasak orman

Oops! This image does not follow our content guidelines. To continue publishing, please remove it or upload a different image.

Ürkütücü bir yerdi yasak orman. İçinden ne çıkacağını ve bu ormanın hangi yaratıklara ev sahipliği yaptığını tamı tamına bilmek imkansızdı. İçinde her türlü yaratık yaşardı ve o ormanın fazlaca derinlerine inmek canınızı korumayı pek umursamadığınızın göstergesi gibi bir şeydi.

Belki de bundan dolayı Hogwarts tarihi boyunca pek fazla öğrenci buraya girmek için pek hevesli davranmamıştı.

Çoğu öğrencinin yolu düşmüştü ama kimse derinlerine inmemişti.

Şimdi ise sessiz ormanın derinliklerinden sakin ve tereddütsüz ayak sesleri geliyor, başında kukuleta olan bu yabancı, bütün orman halkının huysuzlanmasına neden oluyordu.

Kehribar gözleri sonuna kadar açılmış baykuşlar uğuldar, at-adamlar huysuzlanırken umursamayan bu yabancı sadece bu ormanın daha da derinlerine indi.

Devam etti ve devam etti.

Taa ki, bu tekinsiz ormanın derinlerine gizlenmiş, dökülen tahtalar sayesinde yarı yıkılmış bir kulübenin tanıdık görüntüsüne kadar...

Tereddütsüz sakin adımları, bu görüntü üzerine yavaşladı ve dizileri titremeye başladı. Yavaş yavaş kararmaya başlamış gözleri yüzünden dengesini kurmaya çalışıyordu. Bir elini yanındaki çürük görünen ağaca dayamıştı.

Zaman... diye geçirdi aklından. Çabuk geçiyor.

Evet... Çabuk geçerdi zaman. İçini doldurmadığımız, bomboş geçirdiğimiz, o sıradan günler yüzünden. Remus ise bunu bomboş günler geçirdikten sonra fark etmişti.

Az biraz toşarlamdığına kanaat getirdikten sonra yavaşça o tahta kulübenin gıcırdayan tahta kapısını ittirdi. Gerçi bir menteşesi kopmuş, öylece girişte duran tahta parçası, kapı demeye bin şahit isterdi.

İçeri girer girmez örümcek ağları havada uçuştu, yoğun bir toz tabakası içeri dolan hava ve adım atan adam yüzünden havaya kalktı.

Hoş... Kulübe içindeki tüm bu pislikler, adamın pek de umrunda değildi.

Yorulmuş adam, köşede duran sözde kırmızı koltuğa ilerledi. Bu koltuğun rengi de o kadar solmuştu ki uçuk pembe bile denebilirdi.

Remus Umursamazca etrafına gözlerini dikti.

Yirmi yıl önce, bu basit kulübenin içinde daha fazla hayat vardı.

Daha temizdi tahta zemin, içinde ömrümcek ağları olmayan duvarları, iki menteşesi takılı bir kapısı vardı. Şu an üzerinde oturduğu soluk pembe koltuk, o zamanlar kırmızıydı.

promises from the past | remus j. lupinWhere stories live. Discover now