7. SİHİRLİ DEĞNEK

353 101 1
                                    

KEYİFLİ OKUMALAR!

*

kara vezir

Dünya adını verdikleri bu mavi-yeşil kürede yaşananlar ve yaşanacaklar belirli bir mantığa dayanırdı. Öyle ki mantıksızlığın özeti bile mantığın çarptırılmışıydı. Aç susuz, sefil halde terkedilmiş inşaatımda hala hayatta kalabiliyorsam bunun da -mantığa dayanan- makul bir açıklaması mevcuttu. Tanıştırayım, Oğuzhan... Benim biricik açıklamam.

Oğuzhan'ın kaldığı apartman dairesi, inşaatımın karşısındaki sitedeydi. Dairesinde tek başına yaşıyordu. İnşaat mühendisliği yapıyor, kendisine hayırlı bir kısmet bulmak için aralıksız gayret sarf eden annesiyle boğuşuyordu. Bunlar komik ama gerekli ayrıntılardı. Çünkü bir kişinin evine izinsiz girecekseniz beslemediği köpeğin yaşını dahi bilmek zorundaydınız. Oğuzhan ile Uygar aracılığıyla tanışmıştım. Gerçi o beni tanımıyordu. Zaten tanışmaların iki taraflı olması gerektiğini savunan biri değildim. Zaman zaman, Oğuzhan'ın dairesine girip çıkmak huyumdu. Banyo yapmak, yemek yemek gibi başlıca temel ihtiyaçlarımı karşıladığım mütevazı dört duvardı Oğuzhan'ın evi. Yaptığım şeyi ayıplayan birçok insan çıkardı, eminim. Fakat ben yaptığım şeyin ayıp olduğunu düşünmüyordum. Zira Oğuzhan, Uygar'ın ağabeyiydi. Tanıdığımın tanıdığı mantığını arkadaşlık hakları dedikleri kanunla birleştiriyordum. Kanunlara uyuyordum. Kabahatse bu; kanunlara uymaktı kabahatim.

Ellerim ceplerimde sitenin bahçesine ıslık çalarak girmiştim. Çocuklar bisiklet sürüyordu. Kapıcı, dökülmüş sonbahar yapraklarını bezginlikle süpürüyordu. Çekirdekli yaşlı teyze grubu ise kamelyada laflıyordu. Önlerinden geçtiğim esnada baş selamı vermiştim onlara. Şaşkınlıkları muma kesmişti hareketlerini; mani olmuştu selamımı almalarına. Teyzeleri geçtim. Takvimin attığı yalana inanacaksam eğer bugün ayın on dokuzuydu. Aracı'nın defilesinin yapılacağı güne geçiş yapmış bulunmaktaydık ki sabah -kargalar kahvaltı yapmadan- defilenin akşam yedide yapılacağını mesajla bildirmiş; takvimin yalanını doğrulamıştı. Dün geceki konuşmamız sonlandıktan sonra mükemmeliyette takılı kalmıştım saatler boyunca. Mükemmel olmadığımın, mükemmel geçecek defilede bir çeşit defo addedileceğimin, netçe, bilincindeydim. Bilincinde olduğumu sineye çekemezdim. Uzak durunca mükemmellik şart değildi. Oyuna girmiştim. İşler değişmişti. Onca elitin arasında sıradan sayılmanın yolu mükemmeliyete uğramaktan geçiyordu. Oğuzhan iş yerindeyken; evini ziyaret etmemin -ölmüyorsam tabii- nedeni başka ne olabilirdi ki?

Şifresini ezbere bildiğim otomatik kapıyı aşıp bana göz kırpan asansörleri pas geçtim. Asansörlerin çelikvari tavırları geriyordu beni. Defileden önce gerilerek aleyhime gol atamazdım. Merdivenleri ikişer ikişer tırmandım. Oğuzhan'ın dairesi dördüncü kattaydı. Azıcık nefes darlığı çeksem de ben de dördüncü kattaydım nihayetinde. 'Hoş Geldiniz' baskılı keçe paspasın altından yedek anahtarı aldığımda üç dakika silinmişti defileye kalan vakitten. Kapıyı açıp içeri girdim. Anahtarı -evde kimse yoktu ancak sessizlikte fayda vardı- yumuşakça vestiyere bırakıp halı döşeli holde ilerledim. Uygar, ağabeyinin varlığını bildiğimden bihaberken ağabeyinin evinde kayıtsızca gezmem hayatın cilvesiydi galiba. Cilvesi? Ya da her neyse işte...

Parmaklarımı holün solunda kalan yatak odası kapısının kulpuna sardım. İndirmiştim kulpu aşağı. Kapı aralanıp da ardındakini açık ettiğinde haykırmayla karışık bir küfür savurmaktan alıkoyamamıştım kendimi. Kalbim göğüs kafesimi delicesine yumrukluyordu. Heyecandan ve korkudan mütevellit... "Pinhan?" dedim sesimi kısamadan.

Yaslandığı cam kenarından doğruldu. "Geciktin Kara Vezir."

Gözlerimi yumup yüzümü sıvazladım. "Ne zamandan beri buradasın Pinhan?"

PERİ PADİŞAHININ KIZI VE KARA VEZİRWhere stories live. Discover now