chapter twenty: you remind me of the moonflowers

466 49 68
                                    



you remind me of the moonflowers , they bloom at night and wilt in the morning

「you remind me of the moonflowers , they bloom at night and wilt in the morning」

Oops! This image does not follow our content guidelines. To continue publishing, please remove it or upload a different image.



Bir hayalet gibi yanından geçip odasına ilerledim. Durdurmadı , bir şey söylemedi , bana bakmadı bile. Kötü hissettim. Gerçek manada bir fazlalık , yük gibi hissettim. Hiçbir şey yapmadığıma ve kendisi istasyona gelip kalmamı istemesine rağmen arkadaşının beni bir çöp gibi hissettirmesine sesini çıkarmadı.

Yatağına uzandım. Gözlerimi sıkı sıkıya bastırırken düşünmemeye çalıştım. Sonsuza kadar uyursam annemi bulabilir miydim? Yük olmadığım tek kişi oydu.

Annem , onu özledim.

Odanın kapısı açıldı. Adım sesleri parkelerde yankılandı. Yatak gıcırdadı , boş tarafta ağırlığı beraberinde kokusu belirdi. Nefesimi tuttum. Kokunun aklımı karıştırması şu an istediğim son şeydi. Başım ağrıyordu. Yüzümü buruşturdum , başım çok fazla ağrıyordu.

"Louis..?"

Cevap veremedim.

"Kontrol etmeyi öğrenmelisin. Kendini sıkma , izin ver." Alnıma dokunan soğuk parmaklar nazikçe aşağıya kaydı , boynumdan inip göğsüme doğru hareket etti. "Her bir hücrende hisset. Dışardaki kimse bilmek zorunda değil ama sen kabul etmek zorundasın. Hislerini kabullenmeli ve sindirmelisin. Başını ağrıtan şey kendinsin. Her şey daha güçlü , daha yoğun biliyorum. Ama sorun değil , sadece izin ver. Sen içindeki fırtınayı kabullenmediğinde onlar dışarı vurup.. yeni fırtınalar oluşturuyor."

Rüzgarın uğultusunu ve şiddetli yağmur damlalarını o an duydum. Eli karnımda oyalanmış , minik daireler çiziyordu. "Onlar seni ele geçirmeden sen onları ele geçir. Her şeyi hisset. Bu seni zayıflatmayacak aksine güçlendirecek. Kendi fırtınalarını kendin oluşturabilirsin. Ölümcül ağrılar çekmeden. Sadece hissederek ve düşleyerek." Parmakları şimdi kollarımda geziniyordu. Ne demek istediğini anlamaya çalışırken daha fazla ağrı çekmeme engel olamadım. Gök gürlemesinin ardından kapalı olduğunu bildiğim pencere çarparak açıldı. Yağmur damlaları odaya giriyor ve üzerimize serpiyordu. Rüzgar kuvvetle esmeye devam ederken pencere birkaç kez daha arkasındaki duvara çarptı.

"Louis , hissetmeni söyledim. Kaçmanı değil." Üzerime eğildiğini bacaklarımız birbirine dokunduğunda fark ettim. Eli yüzümü kavradı. "Bana bak." diye fısıldadı sakince. Gözlerimi açtığımda parlak yeşiller tam karşımdaydı. Ağrı katlanılamayacak şekilde artarken gözlerimi kaçırdım. "Bana bak." diye tekrarladı. Nefesimi verdim. Gözlerimiz yine birbirine kilitlendi.

"Ne hissediyorsun?"

Normalde de önüne gelen herkesin kucağına atlar mısın yoksa anneni kaybetmenden kaynaklanan bir şey mi?

"Acı." diye fısıldadım zorlukla. Dudaklarım titriyordu.

Sen deli değilsin.

Gerçeğim. Hissetmiyor musun? Dokun , kokumu al , sesimi duy , gör.. Buradayım , tam buradayım. Ellerinin arasındayım.

heaven and back // larryWhere stories live. Discover now