3. Bölüm

48 11 0
                                    

Merhaba?

Orada kimse var mı?

Saati alabilirim umarım;


Bir kibrit yakmıştım... Karşımda mutlu bir sofra, sofranın üzerinde bin bir çeşitte yemek, yemeğin etrafında mutlu bir aile vardı.

Kibrit söndü, aile kayboldu. Mutluluklar bir balon gibi süzülüp gitti.

Yeni bir kibrit yaktım. Sıcacık bir gülümseme gördüm, gülümsemeyle ısınan kalbim karşıladı beni. Sıcacık olan kalbim mutlulukla doldu. Mutluluğa sığındım, mutluluk saf bir sevgiyle kucakladı beni. Gülümseme yavaşça silinirken kibritim tekrar söndü. Mutluluğun şefkatli kolları kayboldu. Kaybolan şefkatli kolların yerini soğuk aldı. Üşüdüm, dondum sonra soğuktan yandım. Sönen kibriti bir daha yakmadım, yakamadım... Öylece karanlığa gömülüp kaldım.

Küçük bir çocuk gibi karanlıkta saklanırken etrafımda hiç bir ışığım yoktu. Küçülmüş bir kenarda oturuyordum. Kafam dizlerimde duruyorken gözlerimi karanlığa dikmiş ağlıyordum. Ben karanlıkla boğuşurken bazen nefesim kesiliyor, ölüyor gibi hissediyordum. İçim çaresizlikle yanıyor, kavruluyordu. Elimden ise hiç bir şey gelmiyordu.

Taksinin bizim sokağa ulaştığını fark edince, yüzüme su serpilmiş gibi gelen farkındalıkla taksiyi durdurarak indim. Tedbirli olmam gerekiyordu. Buna mecbur edilmiştim. Evimin tam adresinin öğrenilmesi istemiyor hızlı hızlı yürürken sönen evlerin ışıklarına bakıyordum. Derin bir sessizlik vardı. Yalnızlık ise bu derin sessizliğe eşlik ediyordu. Bu mahalledeki herkesi tanıyordum. Mahalleli tarafından sevilen bir aileydik. Her akşam olmasa da haftanın çoğu günü birbirimizi ağırlardık. Mahallenin başında iki katlı evde yaşlı bir çift olan Nesrin teyze ve Faruk amca yaşıyordu. Oğulları Amerika'da okuyordu. Yıllardır burada yaşayan yaşlı çift benim küçüklüğümü biliyor ve her seferinde keyifle anlatıyorlardı. Yanlarındaki evde ise yeni evli bir çift olan Serap ile Sabri yaşıyordu. Otuzlarında olup tam bir işkoliklerdi. İkisiyle pek anlaşamazdım her karşılaşmamızda ne kadar boş durduğumu ve çalışmam gerektiğini söylerlerdi. Pek boşta değildim, aslında.

Bizim evin yanındaki evler genelde yazlık evlerdi. Sahipleri yazın gelir tatil yapar, kış geleceği zaman ise giderlerdi.

Evin yanan ışığını görünce hüzünle iç çektim. Anlaşılan Begonya hala uyumamıştı. Bahçeye girmeden kapıda bekleyen Aylin ablaya selam verdim. Kulübede oturuyordu. Beni görünce ayağa kalkarak kulübeden çıktı ve demir kapıyı açtı. Gürültü ile açılan demir kapının sesi duyulur duyulmaz akabinde evin kapısı da açılmıştı.

"Ablam geldi. Ablam geldi demiştim." diyerek kıvırcık saçlarını savurarak ayakları yalın bir şekilde bana doğru koşmaya başladı. Ona doğru hızlıca koşup kucağıma aldım. Ellerim ile ayaklarını sarıp "Hava soğuk minik çiçek, ayakların çıplakken dışarı çıkamamalısın değil mi?" dedim. Sesimi oldukça sevecen çıkmıştı. Bunu ona borçluydum.

"Ama Roza seni özledim ben bilmiyor musun?" dediğinde eve girmek için yürümeye başladım. Evin kapısında bizi bekleyen yardımcımız Ayşe teyzeye gülümseyerek baktım. Annemle babamın yokluğunda yanımızda Ayşe teyze vardı. Onunla ben beş yaşındayken tanışmıştım. Bir kızı vardı fakat onunla iletişimde değildi. Eşi ise yıllar önce vefat etmişti.

"Biliyorum çiçek bende seni özledim ama evin içinde bekleyebilirsin." dediğimde gözlerini devirdi ve "Tamam Roza!" dedi. Tam bir cimcimeydi. Evin içine girince yüzümü yalayan sıcaklıkla bir anda gevşeyen kaslarıma hayret ettim. Bu kadar üşüdüğümü bilmiyordum. Ayakkabılarımı ayağımdan rasgele çıkarıp atarak Begonya'nın odasına gitmek için hareketlendiğim sırada Begonya çırpınarak kucağımdan inmeye çalıştı. "Hayır Roza! Uyumak istemiyorum. İstemiyorum hayır, hayır, hayır!" dediğinde onu yere indirip göz hizasına gelmek için eğildim.

Gerçek Yaşamdan ArşivWhere stories live. Discover now