:::6:::

65 20 79
                                    


Hayallerinin peşinden inatla koşanlara ve yarının daha güzel olacağını umut edenlere ithafen:)

~~~~~~~~~~~~~~~~~~~

Yayımlama tarihi:
23 Ocak 2021
15:00

Geç yayımlanmış yeni bölüm için özürlerimle....

Keyifli okumalar 🍂

~~~~~~~~~~~~~~~~~~

"Maviyi sevdiğin halde siyaha alışmak zorunda bırakıyorlar ya seni, en kötüsü de bu işte. Ne hissettiğinin önemi kalmıyor tam bu anda. Bırak ne hissettiğini, kendini hissedebiliyorsan kâfi."



Telefonu kapatıp cebine koydu ve yanında ki yaralıya dönerek bir şeyler söyledi sessizce.

Meriç'in kafasında yanıt bekleyen binlerce soru vardı şimdi.

"Kimsin sen şehir eşkıyası? Kimsin sen? Niye durmadan yoluma çıkıyorsun. Dün bir, bugün iki."

Bunlar sadece bir kaçıydı kafasına üşüşmüş soruların.

Arkada ki adam ise endişenin gizli gizli nöbet gezdiği ela gözleriyle hemen yanında ki yaralıya bakıyordu. Pek iri değildi fakat yine de güçlü bir cüsseye sahipti yaralı adam. Kaslı kolları onun güçlü biri olduğunu ifşalar nitelikteydi çünkü. Gömleğinin üzerine çektiği kül rengi kapüşonlu hırkasından belli oluyordu kasları. Alnının genişliğini gizleyen dağınık saçları terden sırılsıklamdı. Oldukça solgun olan oval yüzünün ortasında ki dalgalı burnu bir kusur gibi gözüksede farklı bir hava veriyordu simasına. Düz ve kalın kaşlara sahipti. Dudakları acıdan büzüşmüştü iyice. Yüzünde çektiği sancıların izi bariz bir şekilde görünüyordu.
Bedeni ölümle yaşam arasında büyük bir mücadele veriyordu şu an. Git-geller arasında mekik dokuduğu birazdan da belli olacaktı zaten. Bedeni buz kesilecek, dudakları mora  çalacaktı çünkü. Arada onu kontrol eden adam ters bir şeyler olduğunu anlamış olacak ki onu sarsıp seslenmeye başladı.

"Neco! Neco! Ne oluyor sana. Neco!"

Çaresizlikle sadece sesleniyordu.
Meriç bir yola bir arkaya bakıyordu. Öngördüğü şey oluyordu işte. Yaralı şoka girmişti.

"Şştt! Dur sakin. Ne olduğunu söyle hemen? Vücudunda soğukluk mu var?"

"Ev... Evvet! Vücudu buz gibi. Dudakları da mosmor."

"Yaralı şoka girdi. Ve bir an önce müdahale gerekiyor. Çok kaldı mı dediğin yere?"

Adam yola baktı. Nerde olduklarını anlamaya çalıştı telaşla. Ardından sesi titreyerek cevap verdi:

"Şu yolun biraz daha ilerisinde yol ayırımı var. Sağa sapan yola girdik mi 50 metre ötede. Bir şey yap doktor Neco iyi değil. Neco iyi değil."

Son dedikleri boğuk çıkmıştı. Ne kadar sert görünmeye çalışsa da insan bazen saklayamıyordu işte duygularını. İsterse dağlar kuvvetinde bir set çeksin kendisi ve duyguları arasına. Duygular bir yerde baskın gelir ve o seti çatlatıp, taşı toprağı delip  başını dışarıya çıkaran güneşe selam veren ve dahi ışıltılı yemyeşil bir gülüşle gülümseyen incecik bitkilerin başları misali ortaya çıkardı. Hele ki sevdiğiniz bir insan ölümle burun burunaysa, kalmak ile gitmek arasında mekik dokuyorsa ve siz çaresizce sadece izliyorsanız...

Yaralı adamla yolları yıllar önce kesişmişti. Öyle çok şey paylaşmıştılar ki... En çok da yalnızlıklarını...Kimsesizliklerini...Aralarında ki bağ kardeşlikten öteye gitmişti farkında olmadan.
Birbirlerine kol kanat olmuşlardı. Belki o hep korumuştu Neco'yu. En çok o tutmuştu elinden. En çok o çekip çıkarmıştı düştüğü yerlerden. Ama Neco daha çok tutmuştu onu hayata. Umut olmuştu belki de. Ama en çok yoldaş. Çocukça ve düşüncesizce hareketleriyle çoğu kez onu kızdırsa da o karanlık dehlizlerde belki de onu gülümseten tek kişiydi. Karanlıkta aldığı küçük bir nefes ufak bir huzur menbaıydı. Sert kimliğinin arkasına çok derinlere sakladığı ve üzerine toprak atıp iyice üzerini örttüğü duygularını hafifte olsa ortaya çıkaran tek kişiydi. Karanlık bunu gerektiriyordu çünkü. Sert ve soğuk... Aksi takdirde  alıp yutar yok ederdi insanı.

Şimdi gözlerinin önünde, ellerinin arasından kayıp gidiyordu sonsuzluğa doğru belki de Neco.
Kaç beden emanet etmişti toprağa? Kaç bedeni teslim etmişti sonsuzluğa hiç bilmiyordu. Tek bildiği şimdi, şu an Neco'yu sonsuzluğa göndermek istemediğiydi. Hayır bu olamazdı. Böyle zamansız gidemezdi. Hoş diğerleri zamanlı gitmemişti ya. Ölüm işte... Hep ansızın yakalardı insanı. Zamansız atardı ebed kuyusuna... Ama derin, ama kuytu, ama aydınlık, ama kör karanlık... Atardı işte insanı ansızın... Bir daha çıkmamak üzere...

Meriç daha da gaza bastı ve arkada ki adama talimat verdi.

"Şimdi şunu yapman gerekiyor. Yalnız önce sakin olmalısın."

"Sakinim ben doktor."

"Öyle olsun. Arkadaşının nefesini kontrol etmen gerek. Nefes alıp almadığından emin olmalıyız. Başını düzelt onun. "

"Yaptım."

"Güzel."

"Nefesini kontrol et. Nefes alıp almadığına bak. Nefes alıyor mu?"

"Nefes alıyor sanırım. Bilmiyorum."

"İyi bak. Nefes alıp almadığından emin olman gerek. Kulağını hafifçe ağzına daya ve nefesini dinle, hisset."

Adam Meriç'in söylediklerini yaptı.

"Evet evet nefes alıyor."

Bunu söylerken yüzüne emanet bir tebessüm konuverdi.

"Güzel."

"Şimdi de üzerini örtmen gerekiyor."

Adam hızla üzerinde ki ceketi çıkardı ve üzerini örttü. Meriç'te ön aynadan onu izliyordu. Oda ceketini çıkardı ve adama uzattı.
Adam onun gözlerinin içine baktı. Gözlerinde ki üçlü hala hakimdi ve gitmeye de pek niyetleri yoktı gibi. Meriç'in elinden ceketini alıp Neco'ya örttü.

O sırada adamın bahsettiği yol ayırımına gelmişti araba. Sağa saptı. Saniyeler içinde adamın dediği yerdelerdi. Meriç arabayı durdurup hızla arabadan indi. Geldikleri binanın önünde bir kaç araba ve yaklaşık yedi sekiz kişi vardı. Arabanın durmasıyla hepsi arabaya doğru geldi. Meriç arka kapıyı açıp Neco'yu hızla içeriye taşımalarını söyledi.
Adamda arabadan çıkıp adamlarına çabuk olmaları için ısrar ediyordu.

"Çabuk olun. Çabuk olun. Eczaneden gereken malzemeler alındı değil mi Samuel?"

Samuel adında ki adamı:

"Evet patron hepsi alındı."dedi.

"Tamam."

O başını çevirip Meriç'e bunu iletecekki ki onu göremedi. Çünkü Meriç hemen onların peşi sıra koşmuş ve içeri geçmişti bile.

Burası tek katlı büyük bir ahşap evdi. Büyük bir bahçesi vardı. Evin etrafında nerdeyse hiç ev yok gibiydi. Zira etraf zifiri bir karanlıkla örtülüydü ve etrafta yaşama dair hiç bir ışık görünmüyordu. Olanlarda çok uzaktaydı. Giriş kapısı pek büyük olmayan bir salona açılıyordu. Bir tarafı komple cam olan salonda kül rengi L tipi bir koltuk , hemen önünde  siyah ve dikdörtgen ahşap bir orta masa vardı. Burası cama doğru bakıyordu. Salonun bir kenarı ayrı bir bölüm olarak ayarlanmıştı. Ofis havası verilmişti. Siyahın daha çok hakim olduğu sadece ayaklarının parlak kahverengi olduğu büyük bir masa ve koyu kahverengi bir patron koltuğu vardı. Masanın üstünde içinde birkaç kalemin yer aldığı bir kalemlik ve büyük bir not defteri vardı. İki çerçeve de vardı. Birinde genç bir adam ve kadın bir sahilin önünde oturmuş gün batımıyla beraber ihtişamlı bir görüntüye bürünen denizi izliyorlardı. Bundan aldıkları haz bariz bir şekilde gözlerine yansımıştı. fİkisi de gülümsüyordu. Genç kadın başını hafifçe genç adamın omuzuna yaslamıştı. Genç adamda elini tutmuştu kadının. Diğer çerçeve de ise yine aynı genç ve erkek ama bu defa yanlarında iki çocuk vardı. Beş yaşlarında sarı bukleleri olan bir kız çocuğu ve iki yaşlarında bir erkek çocuğu vardı. Erkek çocuk genç adamın kollarındaydı. Küçük kız çocuğu ise genç kadına sarılmıştı sımsıkı.
Masanın önüne de birbirine bakan kül rengi iki tekli koltuk yerleştirilmişti. Bunların arasına siyah ahşap küçük bir orta sehpa konulmuştu. Salonda siyah ve gri renk ağırlıktaydı.
Patron koltuğunun arkasında büyük bir kitaplık vardı. İçinde cilt cilt kitaplar vardı. Hepsinin de tıp kitapları olması Meriç'in ilgisini çeken belki de tek şeydi. Ama bu ilgisini hemen ört bas edip bu konuda fikir yürütmeyi başka zamana erteleyerek L tipi koltuğa hızla yatırılan Neco'ya döndü.

AGİSNA (Askıda)Where stories live. Discover now