karanfilin sapı suya değince içimde biri vurulur.

196 50 32
                                    

sıla, annesinin dizlerinin dibine oturup saçlarını sırtına saldı. yüzünde bir tebessüm seğiriyordu. saçını üçe ayırıp, uzunca örmeye başladı feride hanım. ardından bir âh çekip, “saçların çok uzamış, sıla'm,” dedi, “nasıl da salınıyor öyle.”

örmeyi bitirince, sıla eğilip annesinin ellerini öptü. avuçlarını, ak düşmüş saçlarında gezdirip, “sen bakmasan nasıl uzardı onlar? minnettarım, annem.” dedi kocaman bir gülümsemeyle.

uyumak için ayrıldığında yer yatağına oturup, sırtını duvara yasladı.

âli'den aldığı kitabın rastgele bir sayfasını açtı,
çimen kokusundan hızlı
bir sıyrık gibi bitiveren elde ayakta
nedir bu benim yalnızlığım? sâtırbaşlarını okudu, içinde amansız bir sıkıntı yarandı.

kitabı açtığı gibi bağlayıp, titreyen kirpiklerine aldırmadan gözlerini sıkıca yumdu. “şiir yaradır, bilirim.”diye düşündü, “fakat niçin içimde şimdi, bir düş yarası?”

gün ağarmıştı. sıla içinde dolanan sıkıntını gözardı ederek neşe saçıyordu.

konşuları olan naciye teyzenin evine yollandı. naciye teyze annesi feride hanımla birlikte halı üzerinde çalışıyor, tezgahın önünde oturup işliyorlardı. zahmetin ne olduğunu bilen kadınların arasında yetişmişti sıla, emeğin, eziyetin ne olduğunu çocukluğundan bu yana bilirdi hep.

onların yanına kıvrılıp yardım etti biraz. annesinin yüzünü güldürünce içine dağılan sıkıntı, yokoldu aniden. akşam düştüğünde annesini dizlerine yatırmış, saçlarını okşuyordu usulca. yorgunluğunu annesinin sırtından alıp, kendine yük etmek istiyordu. fakat nâfile. feride hanım'ın elleri ağrıyordu. yüzünde ışıltılı bir gülümseme ile.

naciye hanım çay demleyip getirince doğruldu ikisi de. yerde bağdaş kurup içmeye başladılar, çayı bitirince annesi ile evlerine geçtiler.

ufak tefek yaptıkları yemeği annesi ile yedikten sonra, sıla, boncuğun ardından, zilli'nin yemeğini de ayırıp koydu. evin etrafına dananan güvercinlere de az biraz ekmek serpiştirip huzurla gülümsedi.

akşâm vâktini geçiyordu. giyecek çok bir şeyi olmadığı için, geçen giyindiği güllü eteğini üzerine geçirdi yeniden. güzelce yıkamıştı..fakat artık onlar da yıkanmaktan, eziliyorlardı.

şükür etmeyi bilirdi sıla, bunun için hiç şikâyet etmezdi, yine de etmedi.

âli'nin ona verdiği kitabı aldı, ağustos ayıydı ve kitabın adının böyle ince bir uyum içerisinde olmasına dikkat yetirdi. bu, ânsızın gülümsetti sıla'nı.

dağın lalelerle dolu yamacına yakışlaştığında, âli'ni gördü. başı aşağı eğikti, ellerinde..titrek bir nefesle erbain'i tutuyordu. tebessüm etti. yanına vardığında, sessizce oturdu.

“gözleri uzun bir dalgınlığa bakar gibi bakıyor, neye sıkkın acaba cânı?” diye düşündü sıla ve ilk kez içini amansız bir merak aldı.

âli ansızın yüzünü döndüğünde, sıcacık tebessüm etti. “üzerini kalın eyle, demiştim. niçin aldırmıyorsun, mihribân?” mihribân'ının yüzüne bakarak derin bir âh çekti, sırtını doğrulttu. “ağustostan ise..ona inanma,” dedi usulca, “içimiz hep bir güz telâşı içinde. üşürsün,”

sıla gözlerini kaçırdı, ellerinin titrediğini farketti. hemen gizledi. içini saran heyecan da neyin nesiydi, bilemiyordu.

gözlerini yeniden âli'nin gözlerine değdirdiğinde, “niçin,” dedi, “niçin söylüyorsun bunları? hem böyle vâkitsizce,”

araya sessizlik girdiğinde, âli gözlerini sıla'nın gözlerinden saniye ayırmadı. bu defa gözlerini kaçıramayınca sıla, yutkundu. göğsü sıkışıyordu.

“benim harcım değil,” dedi âli ânsızın, gözlerini sıla'nın yüzünde gezdirirken. “bir yâr sevmek gizliden.”

26 fevral 2021/10:40

susmak, mevzu âli olunca sıla'nın ellerini ağrıtıyordu.Where stories live. Discover now