Hold my hand and run away with me

562 48 220
                                    

TW: boğulma tehlikesi

Clay dışarıya attığı bakışlarını yanına gelen George'a çevirdi. George elindeki battaniyeyi Clay'in omuzlarına bırakarak yanına oturdu.
"Benimle yağmurda hoş bir yürüyüş yapmak ister misiniz güzel beyefendi?"
Elindeki kupayı Clay'e uzatarak yanına oturdu. Kafasını omzuna yaslayarak onunla birlikte dışarıyı izlemeye başladı.

"Sanki uzun zamandır buradaymışım gibi."
George kıkırdayarak ayaklarını salladı.

"Daha dün geldin Clay."
Clay kafasını sallayarak onayladı. Sanki bir şeyleri çözmeye çalışıyormuş gibiydi. İçinde olduğu karmaşanın yorgunluğuyla etrafı izliyordu.
"Ve istediğin kadar kalabilirsin." George elini Clay'in eline uzattı. Yağan yağmurun sesini kesmemek istercesine fısıldıyorlardı. Clay George'un elini sıkarak gülümsedi. Bitmiş bardağı yanındaki masaya koyarak ayağa kalktı.

"Hadi gidelim" George, Clay'i çekerek kapının önüne getirdi. Askılıktan kendi ceketini ona verdi.
"İçimden bir ses ceketini geri alamayacaksın diyor. Doğru mu bu George?"
George, Clay'in ceketini giyerken gülümseyerek arkasını döndü.

"Senin ceketin mi? Bu hep bana aitti. Ve benim ceketim de hep senindi."
George Atkıyı Clay'in boynuna sararken tatlı bir şekilde mırıldandı
"Bu minik, kârlı bir takas." göz kırparak dışarı çıktı.

×

Clay'in kahkahaları boş parkta yayılıyordu.
"Gel buraya George"
George'un hem kaçmaya çalışıp hem de sürekli arkasına bakarak Clay'in onu kovalıyor olup olmadığını kontrol etmesi hoşuna gidiyordu.
"Önündeki ağaca dikkat et."
Clay'in bağırmasıyla hızlıca önüne dönen George, köşeye sıkıştığını anlayarak nefes almak için ağaca yaslandı.
"İşte şimdi yakalandınız George bey."

George boynunda hissettiği nefesler ile arkasını döndü. Ellerini Clay'in omuzlarına koyarak kafasını kaldırdı. Gözlerinin derinliklerinden bir parça olmak istedi. O derinlikte boğulmanın ona kendini hissettireceğine emin olmuştu.
"Ceza mı alacağım polis bey?"

Clay, George'un yanağına burnunu sürterek dudaklarını boynuna indirdi. Sıcak dudaklarıyla soğuk boynuna minik öpücükler kondurdu.
"Hoşuna gider miydi?"
George bacaklarını Clay'in beline sararak kucağına çıktı. Bedenlerinin arasındaki mesafeyi kapatmak için yaptığı bu küçük hamleye uyarak George'u destekleyecek şekilde ellerini bacaklarına koyup okşadı Clay. George onayladığını belirten küçük bir mırıldanma bıraktı geceye. Kafasını geriye atarak boynunu daha da belli etti. Clay yüzünü kaldırarak George'un gözlerine baktı. Yüzünde meydan okuyan bir gülümsemesi vardı. Bedenini daha da birleşmek istercesine George'a doğru itti. Eğilerek George'un dudaklarıyla dudaklarını buluşturdu. Saçından akan damlalar George'un göz kapaklarından aşağıya akıyordu. Dudaklarının uyumu, hareketli ama huzur veren bir melodi gibiydi. Yoğun duygularını birbirlerine ulaştırmak için kullandıkları bir yoldu. Clay nefes alma ihtiyacıyla dudaklarını ayırdı. Alnını George'un alnına yaslayarak sıcak nefeslerini hissetmesini sağladı.

"İşte beni çamura itmenin cezası-" Clay dudaklarına küçük bir öpücük bırakarak konuşmasına devam etti.
"Buydu."

George ellerini Clay'in saçlarından çekerek yanaklarına koydu. Nefesini toparlayamıyordu. Ay yerine karşısındaki adamın parladığına yemin edebilirdi. Gözlerini alamıyordu ondan. Hissettiği ruh en güçlüsüydü. Hislerin en derinini ona hediye ediyordu. Onun ruhunda kayboluyordu.
"Beni hem çamura hem de kendine buladın. Zekiceydi."
George çocuğun gözlerinin parlaklığını yine hissetmek istedi. Gözlerinden gelen duygu şelalesinin altında boğulmak için elini gözlerini kapatan saçlara götürdü. Saçlarını yavaşça geri iterek yüzünü inceledi. Tanıdık yara izinde elini gezdirdi ve koyulaşmış derin gözlere ciddiyetle baktı.
"Alnındaki yara ne zaman oluştu?"

Clay dudaklarını George'un boynuna indirerek derin bir nefes verdi. Eliyle kavradığı bacakları sıkarak George'u yere indirdi.
"Ben küçükken olmuştu."
George devam etmesini belirten bir ses çıkarttı. Clay, George'un soğuk gelen tavrıyla gerilmişti.
"Arkadaşımla girdiğimiz bir bahçeden kaçarken düştüm."

George, Clay'in bedenini iterek ondan uzaklaştı. Cebinden evin anahtarını çıkartarak ona verdi ve parktan arkasına bakmadan hızlı adımlarla uzaklaştı.

×

Karl, kapının girişine yaslandı. Sevgilisinin ayın ışığıyla parlayan ıslak bedeninde gözlerini gezdirdi. Parlayan bacaklarının büyüleyici görüntüsüne dalmıştı. Nick sevgilisinin varlığını hissederek geriye attığı kafasını kaldırdı. Ona bakarken gözlerinde hep bu büyülenmiş ifade oluyordu. Bunun farkındaydı ve asla kaybetmemesini istiyordu.

"Gelmek ister misin bebeğim?"
Karl gözlerini sevgilisinin gözlerine kenetleyerek ona doğru yürüdü. Küvete doğru eğilerek elini sevgilisinin yanağına koydu. Günün yorgunluğunu üzerinden atmak istercesine dudaklarını öptü. Bugüne kadar geçirdikleri her günün teşekkürünü taşıyordu bu öpücük onun için. En güzel hislerini ona aktarıyordu. Nick elini Karl'ın üzerindeki havluya atarak onu çıkarttı. Yerinden hafifçe kalkarak onu küvetin içine yavaşça çekti. Karl, Nick'in üzerinde yerini aldığında dudaklarını ayırdı.

"Seni çok seviyorum." Derin bir nefes alarak huzurlu bir gülümseme verdi sevgilisine. Nick, onun yanında sahip olduğu tüm mutluluğunu ona da vermek istiyordu. Sahip olduğu huzuru yaşamasını istiyordu. Kalplerinin sarılmasını sağlamıştı. Hissettikleri birdi. Sevgileri birdi. Alnını Karl'ın alnına yasladı.

"Ben de seni çok seviyorum."
Karl alınlarını ayırarak kafasını Nick'in göğsüne yerleştirdi. Nick sevgilisinin saçlarını hoş bir naziklikte okşuyordu. Karşılarındaki büyük camdan ayı izliyordu. Sevgilisinin kollarında olması, en güçlü duyguları en nazik şekilde hissetmesini sağlıyordu. Nick diğer elini Karl'ın sırtından bacaklarına doğru minik bir yolculuğa çıkarttı. Ilık suyun ve sevginin verdiği rahatlama, Nick'in bir dokunuşuyla koyu isteğe dönüşmüş ve sırtının dikleşmesine neden olmuştu. Kafasını kaldırmış ve sevgilisinin devam etmesini bekliyordu. Nick, Karl'ın bacağını okşarken gözlerine en derinden bakıyordu. Yavaşça çenesine doğru eğilerek çenesinden başlayan minik öpücüklerle boynuna ilerledi. Kendi bıraktığı izlerin yanına yenilerini ekliyordu. Karl elini Nick'in saçlarına atarak çekiştirdi. Nick'in kolları arasında çok ağır hissediyordu. İçini kaplayan yoğun hislerin kendisi oluyordu. Nick, Karl'ı küvetin diğer ucuna oturtarak üstüne çıktı. Boynunu bırakarak dudaklarını birleştirdi. Bacaklarındaki elleri yukarıya çıkmaya başlarken odayı dolduran telefon sesiyle durdu. Yorgun bir şekilde kafasını Karl'ın boynuna gömdü.

"Yoruldum. Bizi engelleyen şeylerden yoruldum."
Derin nefesini Karl'ın boynuna doğru vermesi gıdıklanmasına neden olduğundan hoş bir şekilde kıkırdadı.

"Arayan kişiyi döveceğime emin olabilirsin sevgilim."
Karl, Nick'in saçlarını hafifçe çekerek dudağına bir öpücük bıraktı. Nick yorgun bir şekilde gülümseyerek telefonunu almaya gitti.

"Clay müsait bir zamanda aramadın"
Karl üzerine geçirdiği havlu ile Nick'in arkasından ona sarıldı. Kafasını omzuna koyarak telefonu dinlemeye başladı.

"Ben de çok iyi durumda değilim."
Nick, Clay'in karışık ses tonuna tepki olarak küçük bir mırıltı çıkarttı.

"Açıkla Clay adam"
Karl devam etmesini söylese bile ellerinin dinlemeye isteği yoktu. Elleri sadece sevgilisinin bedenini hissetmeye devam etmek istiyordu.

"Çocuğu öptüm. Sonra anahtarları verip sik gibi bıraktı beni."
Clay sıkıntılı bir şekilde nefes verdi.
"Şimdi de sokakta geziyorum. Bir boka yarayın da buraya gelin. Siz de beni sik gibi bırakmıştınız zaten. Sik miyim lan ben? Hepiniz aynı boku yiyorsunuz."

×

Boğulma uyarımı dinlemiş ol n'olur
Yemek yemelik bölüm değil bu

Karlnap'e küvet sahnesi yazmak içimi azimle dolduruyor
(Kaç gündür Karlnap küvet diye geziyordum etrafta)

Tomorrow | DreamNotFoundWhere stories live. Discover now