64

3.5K 304 48
                                    

Bugün Yiğitin doğum günüydü, ve aynı zamanda da tıp bayramı. Dün Yiğit yazdığından beri hediye düşünüyordum. İşin kötü yanı onu nelerden hoşlanacağını bilecek kadar tanımıyordum, aklıma bir tane bile bunu hediye edersem beğenir dediğim bir şey gelmiyordu.

Ellerimdeki poşetlerle çaresizce mağazadan içeri girdim. Özür dilerim Yiğit, sana saat almak zorundayım...

Mağazada uzun süre saat baktık tezgahtaki kadınla beraber, tek sıkıntı erkek zevkinden ikimizin de çok anlamamasıydı. Erkek çalışan da az önce öğle arasına çıkmıştı kadının söylediğine göre.

-Anlamaz diyorsan atıp sor istersen, babama alıyorum hangisi daha hoş falan desen?

Kadın samimiyetle saatlerin ikisini gösterip sorarken, Yiğit gibi birine böyle bir mesaj atmanın "seç, sana alacağım" demekle eşdeğer olduğunu düşünüyordum.

-Yok, öyle olmaz da... Tamam o zaman şöyle yapalım. Siz alacak olsanız hangisini alırdınız?

Kadın ciddiyetle saatlere baktı. Sonra sanki saatler onun çalıştığı yere ait değilmiş gibi bir yorumda bulundu.

-Aslında hep çok parçası olan şeyler daha çabuk bozulur derler, bunu mu alsan ki?

Sol elindeki diğerinden daha sade olan saati gösterdi. Fiyatları çok yakındı birbirine. Kadının samimi yorumu karşısında başından beri gözümün gittiği saate uzandım. Seikonun normalde çok ibreli saatlerinin aksine oldukça düz bir modeldi.

-Bence de, değişim imkanı var mı peki? Beğenmezse...

Kadın başını salladı hızla.

-Tabii ki de var.

Maddi olarak aldığım en pahalı hediye olabilirdi. Üstelik beğenip beğenmeyeceğini bile bilmiyordum. Sadece saat takıyor oluşundan yola çıkmıştım. Kadın, saati kutusuna yerleştirdi, karton çantasına koyup bana uzattı. Aslında düşününce değerli olmaya aday bir hediye olarak adlandırabilirdik.

Tatillerde çalışıp biriktirdiğim parayla almıştım, babamın parasıyla bir arkadaşıma, ki o arkadaşım Yiğit bile olsa, bu kadar pahalı bir hediye alamazdım, içim rahat etmezdi.

Ödemeyi yapıp huzurla dükkandan çıktım. Belki bir sonraki doğum gününde Yiğiti tanır ve daha değerli bir hediye alma şansı yakalardım.

-

Kızların giymeyi düşündüğü elbise modellerinden yola çıkarak bir seçim yapmıştım. Önceden olsa Hilalden yardım alacağım bir konuydu, bu kez Tuğçe imdadıma yetişmişti. İlk kez bir yere giderken arkadaşlarımı üst sınır olarak değil, standart olarak görmüştüm, onlar gibi giyinecektim. Tabii ne kadar yakışacağını konusunda büyük şüphelerim vardı.

Yurt odasına girdim ellerimdeki poşetleri sağa sola çarpa çarpa. İşlerim ancak bitmişti ve saat altıyı geçiyordu. Yiğit yedide gelecekti...

Tüm perdeleri indirip, ki odanın bir duvarı boydan boya camdı, kapının arkasındaki boy aynasına geçtim. Derin bir nefes alırken yüzümü inceledim. Kuaföre gitmiştik kızlarla... Farklı gözüküyordum. Yine de yüzümde hala ben olduğumu belli eden izlerim vardı. Diğerlerinin aksine oldukça hafif bir makyaj yaptırmıştım, oysa bana yüzümde ağırlık varmış gibi hissettiriyordu.

Kuaförde çalışanlar da dahil herkesle büyük bir fikir ayrılığı da yaşasam sonunda her iki tarafın da gönlü olmuş, saçlarımı dağının bir örgü yapmışlardı. Saçlarımın salık durması fikri nedensizce rahatsızlık veriyordu, altında yatan bir sebep var mı diye düşünmeliydim belki de. Tuğçenin direktiflerinden dolayı, kuaförden yurda kadar topuklu ayakkabılarımla gelmiştim, neymiş, alışmam gerekiyormuş. Akıl kârı bir iş değildi bana kalırsa, ufacık iki bantla ayağımı zapteden ayakkabıma pek güvendiğim söylenemezdi. Yine de beni yurda kadar getirdiğine minnettardım, gece yarı yolda bırakacak olursa, hayatıma ayakkabısız devam edecektim.

Ya da...

Kızların seçtiği telefonumu bile zor alacak çantayı hızla göz ardı edip, siyah sırt çantamın içine beyaz nikelarımı yerleştirdim. Umarım Yiğit arabasıyla gelirdi, seçtiğim kıyafetle beraber omuzlarımda bu çantayla geceye damga vurabilirdim eğer gelmezse. Unutmadam hediye mi de sırt çantamın içine attım. Sonra bir su içerek giyinme sürecimi ertelemeye devam ettim.

Sanki... sanki şüphelerim vardı. Neredeyse hiç elbise giymezdim, ilk kez sekizinci sınıf mezuniyetimde giydiğimi, hatta ikinci kez de lise mezuniyetimde giydiğimi düşünürsek pek fazla elbisem de yoktu. Doğruya doğru elbise kültürünü de bilmezdim oturup kalkmaktan ziyade, diğer kızlar gibi taşıdığımı düşünmüyordum.

Tüm gerginliğimi bir kenara bırakıp elbiseye uzandım.

Rengi çok hoşuma gittiği için ellerim uzun süre elbisenin üstünde dolanmış, beni fark eden Tuğçe sayesinde de elime tutuşturularak kabine yollanmıştım

Oops! This image does not follow our content guidelines. To continue publishing, please remove it or upload a different image.

Rengi çok hoşuma gittiği için ellerim uzun süre elbisenin üstünde dolanmış, beni fark eden Tuğçe sayesinde de elime tutuşturularak kabine yollanmıştım. Kesinlikle abartılı durduğunun farkındaydım, fakat hepsi bu tarz şeyler tercih etmişti. Melisin bize katılmadığı fakat gruptan paylaştığı fotoğrafa göre çok da göze batmazdım.

Saçlarımı bozmamaya çalışarak elbiseyi üzerime geçirdim. Kızların seçtiği takılar konusunda pek emin olduğum söylenemezdi. Bu yüzden takmaktan vazgeçerek tekrar ayna karşısına geçtim. Gariptim işte, ama sanki çok da kötü durmuyordu. Telefonum titreşince aynadan gözlerimi alarak yatağın üstüne bıraktığım telefona ilerledim. Uygulamadan değil de sms'ten bir mesaj gelmişti, Yiğit yazmıştı.

-

Kapının önündeyim, yurttan içeri almıyorlar ama yardıma ihtiyacın varsa arkadaşım bayılmış diyeceğim.

-

Bahçeden sonra kız yurdunun içine yurdun öğrencisi olsa dahi erkekleri almıyorlardı. Attığı mesaja gülerek cama yaklaştım. Arabasına yaslanmış elindeki telefona bakıyordu. İlk kez takım elbiseyle görüyordum, kuş bakışı olsa da... Galiba Yiğitin de tercih ettiği bir giyim tarzı değildi, genelde o da spor giyiniyordu. Titrediğimden dolayı birçok kez hatalı yazsam da sonunda mesajına cevap verebilmiştim.

-

Arkadaşın henüz bayılmadı. Düşmezsem iki dakika içinde oradayım.

-

Sırt çantamın içine hızla cüzdanımı atarak omzuma geçirip içine hiçbir şey sığmayan el çantamı da alarak kapıdan dışarı çıktım. Asansöre doğru eteklerimi tuta tuta ilerlerken asansörden inen İlay'la geçen kısa muhabbetimizde "çok güzel gözüktüğümü" söylemesi özgüvenimi biraz daha yerine getirmişti. Asansör neredeyse asırlar sürecek kadar yavaş bir şekilde zemin kata indi. Hızla çıkış kapısına doğru ilerledim. Başımı kaldırmayarak dışarı çıktım.

Göz göze gelmekten ve "bu ne" dercesine bakmasından çok korktuğum için merdivenlere kadar da başım eğik ilerlemeye devam ettim. Zaten sonrasında bu bir zorunluluğa dönüşmüş, basamaklara baka baka çıkmıştım.

Turnikeden de geçtiğimde artık yere bakmak için hiçbir bahanem kalmamıştı. Arabasına yaslanmış, jilet gibi duran ilk iki düğmesi açık beyaz gömleğinin kollarını dirseğine kadar kıvırmış, ellerini de ceplerine yerleştirmiş öylece bana bakan Yiğitle göz göze geldim.

Allahım, simli payetli pullu elbiseyi giyen benim, neden karşımda gömlekle duran bu kulun parlıyor?

Sıtus Inversus [texting]Where stories live. Discover now