Bir aslan savaşındayız; kazanamamış olmamız, kükremeyi bilmediğimiz anlamına gelmez.
Karmakarışık ve hatırlayamadığım rüyaların ardından sürekli uyanıp durmuştum gece boyunca. Rüyamın birinde çok korkunç bir film izliyordum, ardından birden kendimi filmin başkarakteri olarak buluyor ve korkudan göğüs kafesime sığamayan kalbim beni uyandırıyordu sonrasında. Tekrar uyuyabildiğimde bu sefer bir dere kenarında Aras'la oturuyordum. Aras biraz grip olmuştu ve başı ağrıyordu. Ben de ona ilaç getirmek için kalkarken dengemi kaybediyor ve dereye düşüyordum. Dehşete düşmüş kan akış hızım suya düşer düşmez beni yine uyandırmıştı. Bunun peşinden bir sürü daha rüya daha görmüştüm ama çok bölük pörçük ve iç içe olduğu için hatırlayamıyordum.
Uyanabildiğimde sarhoş gibiydim. Kirpiklerim birbirine yapışmıştı ve uyku bedenimi sarıp sarmalıyordu. Eğer dersim Aras'la olsaydı fırça yemek pahasına biraz daha gecikebilirdim. Ama değildi. Bunu düşünmek gözlerimi aralamama neden oldu. Usulca kalktım sıcak yorganı üzerimden iterek. Mutsuz mutsuz etrafa baktım. Daha önce hiç böyle ayaklarım geri geri gitmemişti. Öfkemden ve nefretimden gitmek istemediğim olmuştu ama hiç bu şekilde mutsuz olduğum olmamıştı. İçimi çektim. Nazlanmak ve gitmemek istiyordum. Ne var ki buna imkan yoktu.
Ayaklarımı sürükleye sürükleye kalktım, yatağımı topladım ve tıklanan kapıyla irkildim.
"Hilal?" Bu çekingen sesin sahibini biliyordum. "Gel."dedim uykudan ötürü çatallaşmış sesimle. Kapı yavaşça açıldı ve formalarıyla Nil göründü. Gülümsüyordu ama kararımın değişmiş olabileceğinden korkuyor gibi de bir hali vardı. Ona bayık bayık baktım. "Allahını seven benim yerime derse gider?"diye sordum, hem gerilmesini önlemek, hem de denemek için. Belki Nigar Komutanın gözleri iyi görmüyordur da, anlayamaz diye.
Gülümsedi, yüzünde güneş doğmuş gibi. "Allahımı seviyorum ama sanırım bu mümkün değil."dedi olabildiğince yüksek bir enerjiyle. Gözlerimi homurdanarak devirdim. Bir yandan da dolaptan formamı çıkarmaya çalışıyordum. Yüzümde oldukça memnuniyetsiz bir ifade olacak ki, "Hocan kötü mü ki?"diye sordu. Doğru ya, ona anlatmamıştım. Formamın bacaklarını üzerime geçirirken, "Kötü ne kelime?"diye homurdandım.
Olduğu yerde dikilmeyi bırakıp yatağıma doğru adımlayıp oraya oturdu. "Anlat bakim." Derin derin ofladım.
"Yaptığım herhangi bir şeyi beğenmiyor. Onunkinin aynısını yapsam bile, olmadığını söylüyor. Kendisininkini önüne koysam ben yaptım diye, beğenmez şerefsizim bak. Adımın Hilal olduğu kadar eminim bundan." Saçlarımı gelişigüzel bağlayıp odadan çıktım ve banyoya gidip rutin işlerimi hallettim. Geri döndüğümde Nil'in gülümseyen suratı daha da surat asmama neden oldu. "Eee? Aras Üsteğmeni de sevmezdin eskiden? Ama hiç böyle yapmazdın?"diye sordu. Yüzümü kurulayıp havluyu yerine asarken iç çektim.
"Kadın kötü kaynana gibi. Gerçekten rahatsız edici ve sürekli hakaret ediyor. Vatan haini gibi hissediyorum kendimi." Nil hafifçe kıkırdadığında ona kötü kötü baktım. "Ne gülüyorsun? Vatan haini gibi hissetmek ne kadar kötü haberin var mı?"dediğimde daha çok güldü. "Adı ney kadının?"diye sorarken odamdan dışarı çıktık.
"Nigar." Ben saçlarımı çözüp yeniden düzgünce at kuyruğu yaparken Nil'in şok olmuş suratını görmemiştim. Ellerimi saçlarımdan indirdiğimde niye bu kadar sessiz olduğuna bakmak için dönmüş ve o zaman dehşete düşmüş ama gülmek için sıra bekleyen yüzünü görmüştüm.
"Ne?"dedim artık çözülmesi için. "Bahsettiğin kişi Kanlı Nigar."dedi ve kayışın gözlerinde koptuğunu gördüm. Gülmeye başladı. Ya bu komik miydi ya? Eziyet ve zulüm görüyordum ben orada. Alık alık baktım. "Ne Nigar?" Aslında anlamıştım ama yanlış anlamayı umut ediyordum. Kanlı demek zorba biri olduğu anlamına gelirdi ve zaten zorba biri olduğunu anlamışsam da, benim yanlış anladığımı duymak daha iyi hissettirebilirdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ŞAFAK Asker
General Fiction"Komutanım."dedi Üsteğmen alçak perdedeki bir sesle. İstemiyorum, dememişti ama bu seslenişi bu anlama geliyordu. Elini kaldırdı Komutan. İtiraz etmesine izin vermedi. Kaşlarımı kaldırdım. İtiraz edemiyor muyduk yani, bir şeyi istemiyorsak? Buranın...