Yaşıyor ama, bilmiyor yaşadığını.
***
Kaşığı tepsiye bırakıp tüm dikkatimi karşımdaki büyük televizyonda konuşan, duyuru yapan Yüzbaşı'ya verdim.
"...Sağlık alanında eğitim görecek askerler bir üst katta çalışacak. Ajan alanında eğitim görenler ise alt katta. Asker birliğindekiler mahzende. Bulunduğunuz kat eğitim saatleri içerisinde tamamen boş olacak. Kendi eğitim alanının dışında, eğitim saatinde bulunan askerler derhal cezalandırılacaktır. Tekrarları halinde izinleri elinden alınacak ve bir sonraki emre kadar verilmeyecektir. Bunun haricinde temizlik görevlilerinin görevlerini de devralacaklardır..." Etraftan gelen iğrenme sesleri dikkatimi dağıtınca dikkatimi genç Yüzbaşı'dan ayırıp yemeğime verdim. İştahım kaçmıştı ama yemek zorundaydım. Kendimi zorlayarak biraz daha yedikten sonra masadan kalktım ve tüm suratsızlığımla gidip tepsiyi bulaşıkhaneye bıraktım. Kapıya doğru yürürken birkaç kişi bana samimiyetle gülümsemiş, birkaç kişi ise bakıyorken kafalarını çevirmiş, birkaç kişi fısıldaşmış, Nil de "Hilal? Bekle! Nereye?"diye seslenmişti. Onu duymamış gibi yapıp yemekhaneden çıktım.
İzin diye bir şey vardı. Haftada bir gün, yani Pazar günleri, dışarıya çıkmamıza izin veriliyordu. Gerçek dünyaya. Buna inanılmaz şekilde şaşırsam da, ilk defa sevinmiştim. Selin'i görecektim. Ve şimdi ona haber vermeye gidiyordum.
"Heyoo?"diye seslenerek peşimden geldi Nil. Üzerinde mavi bir crop ve siyah bir kargo pantolon vardı. Hoş görünüyordu.
Ben yine eşofmanımlaydım. Çok iyi görünmediğimin farkındaydım görünüyordum fakat önemli değildi. Zaten acınacak haldeydim. Kimse kıyafetlerime bakmazdı ki.
"İzni kullanmaya mı gidiyorsun?"diye sordu yanımdaki yerini alırken. Başımla onayladım. Birkaç saatliğine de olsa özgür olacağımı bilmek beni gülümsetti o öyle sorunca.
"Vay canına!"dedi hayretle sırıtarak. Ona şaşırarak baktım. Neye hayret ediyordu?
"Sen gülümsüyorsun!"dedi elini ağzına kapatarak. Gülümsemem genişledi. Çünkü komik gelmişti. Yine de gözlerimi devirmekten geri kalmayıp "Gülümseyebiliyorum."dedim alınmış gibi.
"Kahkaha atabiliyor musun? Hani sesli gülmek...?"diye sordu ciddi ciddi. Durup suratına baktım ve ardından kafamı çevirip gözlerimi devirerek "Ya sabır.."diye mırıldandım. "Araba mı alıyorsun kızım? Bi kaç beygir diye sormadığın kaldı."
Asabi asabi söylenerek yürümeye devam ettim.Şen kahkahalarından birini attı. "Şaka yapıyorum ya."dedi gülerek.
Yatakhaneye doğru giderken ortam sessizleşmişti. Nil biraz tedirgin duruyordu. Yüzünde sıkıntılı bir ifade vardı. Nefesimi verdim ve buna dayanamayıp sordum.
"Çıkar ağzındaki baklayı."Bana kaçamak bir bakış atıp başını bir şey yok anlamında iki yana salladı. Kaşlarımı çattım.
"Yalan söylemek gibi bir yeteneğin yok. Sadece insanları tedavi edebiliyorsun. O yüzden söyle."
Çat diye söyledi o da, ısrar etmemi bekliyormuş gibi."Ben de seninle gelsem olur mu?"
Durdum."Ne?"diye sordum gayri ihtiyari. Bu beklemediğim bir soruydu. Mahcup gözlerini kaçırarak çabucak konuştu.
"Sadece bir saat kadar. Burada hiç arkadaşım yok ve dışarıda tek başıma dolaşmak istemiyorum. Sana hiç rahatsızlık vermem. Yokmuşum gibi olur. Beni tanımıyormuş gibi bile yapabilirsin. Hem böylece arkadaşlarınla rahatça buluşabilirsin. Söz veriyorum-"
"Dur."dedim elimi kaldırarak. Kafam allak bullak olmuştu. Selin ve Nil birbirine girmişti. Nil benimle gelirse Selin'e ne açıklama yapacaktım? Biz birbirimizin her arkadaşını tanırdık ve o Nil'i tanımıyordu. Bu sırada kafama dank etti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ŞAFAK Asker
General Fiction"Komutanım."dedi Üsteğmen alçak perdedeki bir sesle. İstemiyorum, dememişti ama bu seslenişi bu anlama geliyordu. Elini kaldırdı Komutan. İtiraz etmesine izin vermedi. Kaşlarımı kaldırdım. İtiraz edemiyor muyduk yani, bir şeyi istemiyorsak? Buranın...