XXIV. OLUNCAYA DEK

389 52 95
                                    



bin kez budadılar körpe dallarımızı
bin kez kırdılar
yine çiçekteyiz işte yine meyvedeyiz
bin kez korkuya boğdular zamanı
bin kez ölümlediler
yine doğumdayız işte yine sevinçteyiz
ey bir elinde mezarcılar yaratan
bir elinde ebeler koşturan doğa
bu seslenişimiz yalnızca sana
bitmedi daha sürüyor o kavga
ve sürecek
Yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek...

Bugün benim doğum günümdü.
Her sene annem, bugün senin doğum günün derdi, asla doğum günün kutlu olsun dememişti.
Çocukluğumda dünyayı kurtaracak kahramanın ben olduğumu hayal ederdim; dünyanın en büyük tehdidi her çocuğun oyuncağının olmamasıydı o zamanlar bana göre. Uzaylılarla anlaşma yaparak dünya kadar büyük bir oyuncak makinesi yapacaktım büyüdüğümde; böylece her çocuk kendi oyuncağını kendisi yapabilecekti.
Oyuncak makinesi icat edebildiğimde ölümsüz olabileceğimi sanıyordum.
Bunu herkes biraz bilir, insanları bu dünya üzerinde ölümsüz kılan fikirleridir.

Ekrandaki görüntü yerini birden karanlığa bıraktığında benim içime çöken de kopkoyu bir karanlık olmuştu. Hiç ışığın olmadığı, renklerin yok olduğu, çalındığı; oyuncak makinelerinin asla mümkün olamayacağı bir dünyaydı bu ve dünyanın en azap verici hissi gibi gelip yüreğimin orta yerine oturmuştu.
Az evvel duyduklarım, büyükanneler tarafından çocuklara anlatılan masalların ürkütücü bir sonu gibiydi, bilirsiniz ki her masal gerçekte kötü biter.

Bugün benim doğum günümdü.
Bugün, dünyayla beraber güneşin etrafında yirmi ikinci döngümüze girmiştik.

Korkulu gözlerimi Gurur'a çevirdim. Elinde her an yeri boylayacakmış gibi tuttuğu telefonu vardı, omuzlarına yılgınlığın yükü çökmüştü. Onu böyle gördüğümde, gözlerinin içinde bir yıldızın öldüğüne şahit olduğumda kalbimin atmayı bırakmak istediğini sezinledim birden; zamanın korkunç bir anda durduğu bir çıkmazın içinde gibiydik.

"Gurur..." diyerek adımlarımı yanına yönelttim. Başını ağır bir hareketle bana doğru çevirdiğinde, yüzünde büsbütün kırgınlık ve şaşkınlık vardı. "Neler oluyor?" diye sormuştum.

Gurur'un dudakları tek çizgi halini aldı. Elimi usulca uzatıp gömleğinin altında gerilen koluna dokunduğumda ürperdi. "Böyle olmaması gerekiyordu." dediğini işittim belli belirsiz.

Heyecanla sorular sorabilirdim, neler döndüğünü öğrenmek için oradan oraya koşturarak kendimi paralayabilirdim, ne var ki şu an derdim az önce ekranda gördüğüm maskeli Papaz değildi. Gurur'un yıkılmış omuzlarında, yıldızların öldüğü gözlerinde, hayal kırıklığı ve endişeyle kıvrılmış dudaklarında sorularıma cevap aramak gelmiyordu içimden; tek isteğim bir bir düşen o yıldızları toparlayarak ait oldukları yere, Gurur'un gözlerine yeniden yerleştirebilmekti.

"Gurur Bey..." dedi, en az Gurur kadar şaşkınlığa düşmüş yine de soğukkanlı duran Ferruh, "Şimdi ne yapalım efendim?"
Bunca şey arasında Feridun'a inatla Ferruh demen gözümden kaçtı sanma, Büdü.

Ben de, şimdi ne yapacağımızın merakı içindeki gözlerimi yeniden Gurur'a çevirdim. Birkaç saniye akıp geçti, kapının önünde bizi izleyen birkaç koruma gözüme çarptı. Camın hemen önünden kanatlarını hararetle çarpan bir kuş sesi geldi, zaman gerçekten de durmuş olabilir miydi?
Bilmem farkında mısın Büdücüğüm, maskeli örgütlerin falan arasına düştük. Bir kuşun kanadına tutunup kaçmanın vakti gelmiş gibi...

KANUNSUZWhere stories live. Discover now