"Bana Sor"

63 11 24
                                    


Keyifli okumalar...

Cihan Mürtezaoğlu & CeylanErtem/
Bana Sor

🍁

Alkım Devran:

Günün aydığını haber eden güneş ışınları yatağımın üzerine boylu boyunca serildiğinde ağrıyan boynumu fazla oynatmadan kalkmayı denedim. Ancak yine de bunun önüne geçememiş, ensemin üzerinde, alev almış bir nesnenin yakıcılığına eş değer bir yanma hissine maruz kalmıştım. Kaç gündür uykusuzluğun vermiş olduğu bel, boyun ağrısı okula gitmek zorunda olduğum gerçeğine eklenince katlanılamaz bir boyuta ulaşıyordu. Son sınıftım, sorumluluklarım vardı, ailemin bu konudaki tavrı apaçık ortadaydı; ama her şeyden önce, o... Belki bugün gelmiştir, belki bugün okuldadır da ben gitmezsem göremem diye kendimi avutuyordum, son iki haftadır tek gayem buydu.
Ama günün sonunda gayelerim hep aynı kapıya çıkıyordu. O, gelmiyordu.

Üzerime geçirdiğim okul gömleği ve pantolonun ardından ceketimi ve saatimi de alıp varlığını unuttuğum cep telefonuma gelen bildirimlere baktım.

Atay: Neredesin lan sen? (08.54)

Atay: Alkım, iyi misin oğlum, hayırdır geciktin nöbete? (09.05)

Atay: Lan, oha, Yağmur geldi, Alkım oğlum gel çabuk okula! (09.30)

Alkım: Ne?

Atay: Hah, uyanmışsın. Sakin ol lan, şaka yaptım, mesajları görüp de yazmıyorsundur diye bir yoklayayım dedim. :D

Alkım: Atay, s**tirtme belanı!

Atay: Tamam karıcığım, hadi gel okula, bekliyorum.

Başımın ağrısı şiddetlenmişti, sabahları daha da gün yüzüne çıkıyordu. Telefonu ceketimin cebime attıktan sonra komodinin çekmecesindeki ilacı alıp bardaktaki suyla beraber mideme indirdim.

Son birkaç haftadır yürüyerek gidiyordum okula, bilerek uzun yolu seçiyor, evlerinin önünden onu görme ümidiyle geçiyordum. Atay bazen bununla dalga geçiyor, "Başladı mı yine 'Yağmur nöbetin'?, diyordu.
İnsanların zaaflarını dalga konusu yapmak kolaydı. Ama onun gerçek niyetini bildiğim için bu sözlerine sadece gülüp geçiyordum. Ne de olsa kendime zehir ettiğim her anımda yanımda Atay vardı.

Köşe başındaki yerimi alıp yaklaşık yarım saatimi bir pencereye bakarak geçirdim. Okul saati çoktan geçmiş, üstüne bir iki ders bile işlenmiş olmalıydı.
O süre boyunca evden çıkan tek kişi evlerinde çalışan Zehra abla oldu, o da mutfak için sipariş ettiği şeyleri getiren kahya Bekir abinin önüne çıkmıştı.
Bugün de umutlar, ne yazık ki havada asılı kalmıştı.
İçimdeki merak duygusu tüm zihnimi ele geçirdiğinde evin bahçesinden çıkan Bekir abinin yanına doğru adımladım.

"Günaydın Bekir abi, nasılsın?"

Beni görünce önce kısa bir şaşkınlık yaşadı, ardından gülümsedi. "Alkım, iyiyim oğlum, sen nasılsın?"

"Ben de iyiyim. Şey, abi ben sana şeyi soracaktım... Yağmur, evde mi?"

Başındaki şapkayı düzeltip elini sakallarında gezdirdi. "Yok, yani o çoktandır evde de yok."

"Nerede biliyor musun?"

"Yok oğlum, maalesef ben bilmiyorum." dedi başını sağa sola sallayıp.

"Tamam abi, sağ ol. Benim okula gitmem lazım, iyi günler sana." dedim ve her zaman yaptığım gibi son kez ümitle baktığım o pencereye bugün son kez, ümidimin bitmişliğinin bendeki acısıyla baktım.

Ayaklarım birbirine engel olup beni yürümeye düşman bıraktığında zar zor da olsa okula varabilmiştim. Ders arasıydı, bahçede birkaç kişiyle beraber oturan Atay beni görünce yanıma geldi. Güneşten rahatsız olan gözlerim kendine gölgelik ararken Atay'ın işaretiyle bir banka oturduk.

"İyi misin, kardeşim?" diye sordu bakışlarını yüzümde gezdirerek.

Derin bir çekip ellerimle yüzümü sertçe sıvazladım. Dirseklerimi dizime yaslayıp içimdeki sıkıntıyla saçlarımı çekiştirdim. "Eve gelmiyormuş bir süredir." dedim isyan eden ses tonumla.

Atay elini omzuma koydu, destek verircesine. Diyecek bir şeyi yoktu onun da. O sırada önümüzden geçen Çisem'e takıldı gözlerim. Onun en yakın arkadaşıydı, bir zamanlar yani birkaç hafta öncesine kadar bizim de aramız gayet iyiydi. Fakat olaylardan sonra beni gördüğü her yerde yönünü değiştiriyordu. Arkadaşı gibi inattı.

"Gidip tekrar konuşacağım ben şu Çisem'le. Pek fazla muhatap olmak istemiyorum o çirkefle ama bu iş sıktı artık." diyerek yanımdan kalkan Atay'ın kolunu tuttum. Bazı şeyleri üstelemenin gereği yoktu.

"Dur, belli ki ona ulaşmamı istemiyor, belli ki beni istemiyor, Atay. Israrcı olup insanları bunaltmanın anlamı yok. Yağmur bu, inadını en iyi ben bilirim, bırak gelecekse kendi isteğiyle gelsin."

Usulca yerine oturdu. "Bu hâlde bile hâlâ böyle düşünebiliyorsun ya, ben sana ne denir bilmiyorum lan. Varsın Yağmur bilmesin, ben senin ona olan sevgini biliyorum. E pek de kıskanmıyorum diyemem ama yapacak bir şey yok. Bence hâlâ teklifimi düşünebilirsin, hazır Yağmur da yokken, ha?"

Göz devirip koluna indirdiğim yumrukla yerinden fırladı, zilin sesini duymamla birlikte yavaşça ben de kalktım.

Adımlarım okulun kapısına doğru ilerlerken son kez ardıma dönüp güvenlik kulübesinin oraya baktım. Belki yine alarmı uyku sersemliğiyle kapatıp okula son anda, zil çaldığı esnada gelir de aceleyle merdivenleri üçer üçer çıkar diye...
Belki tam arkamı döndüğüm sırada okula girdiğinde sıcak gülüşünü saçlarımda gezdirir de ben göremem diye...
Baktım.
Ama o, gelmedi.

57.gün:
Gökkuşağı'nın Yağmur'suz kaldığı.


🍁

"Uykusuz gecelerin sabahını bana sor."

"Mutluluğu bilirsin, mutsuzluğu bana sor."












KÜLLÜ PUDİNG| TEXTİNG Unde poveștirile trăiesc. Descoperă acum