0,6

251 41 37
                                    

sokulgan bir kedi
gibi bırakırdın kendini
beni bile unutarak benim göğsümde
neyi sevsem
kime dokunsam
saçların akıyor yıllardır parmaklarımın arasından

sokulgan bir kedigibi bırakırdın kendinibeni bile unutarak benim göğsümdeneyi sevsemkime dokunsamsaçların akıyor yıllardır parmaklarımın arasından

Oops! This image does not follow our content guidelines. To continue publishing, please remove it or upload a different image.

günlerdir dışına adımını atmadığım evimin kapısını ardımdan kapatırken, son kez aralık kapıdan içeriye bir bakış atmıştım. anahtarları her zaman yaptığım gibi paspasın altına koyduktan sonra elinde sırt çantamı tutan hyunjin'e dönmüştüm. ona bakmamla bana elini uzatmış ve el ele merdivenlerden inmeye başlamıştık.

nereye olduğunu bilmediğimiz bir yolculuğa çıkıyorduk ve hyunjin'deki korku ve gerginliği sezebiliyordum. yüzünde ufak bir tebessüm vardı ve ellerimizi birbirine kenetlemişti.

sıradan sevgililer gibi göründüğümüzü düşünmüştüm ve bu düşünce benim de gülümsememi sağlamıştı.

birkaç merdiven sonra görünümünü unuttuğum dış kapıyla yüz yüze gelmiştik. çıkar çıkmaz suratıma evden çıkmanın ve taze havanın nasıl bir his olduğunu unuttuğumı fark ettim. tabii bu sırada elimi bırakmamış olan iri bedenin arkasına sığınarak güneşten korunmuştum. bu hareketimle kıkırdayışını duymuştum.

"felix, elimi bırakmazsan arabayı açamam."

"ah... doğru." istemeye istemeye elini bıraktığımda arabanın bagajını açtığını görmüştüm. arabayla karşılaştığımda dudaklarımdan bir hayret nidası yükselmesine engel olamamıştım.

"araba dediğin 67 model impala mıydı yani? inanılmaz!" büyülenmiş bir ifadeyle arabayı incelerken çantamı bırakan hyunjin'in yanına gelmiş ve bagajda duran iki tabancayla karşılaşmıştım. ürpermeme engel olamamıştım ve o da bunu fark ettiğinde bagaj kapağını kapatmıştı.

"sen arabaya bin, ben de geliyorum."

sözünü ikiletmeden ön koltuğa geçmiştim ve yan koltuğumda hissettiğim ağırlık, çarpan kapının sesiyle her şeyin daha yeni başladığını anlamıştım.

bir araba, iki tabanca ve biz. çifte intihar fantezimizi gerçekleştirmek adına yola koyulmuştuk. bilmediğimiz diyarlara gidiyorduk.

-

direksiyonu tutan koca ellere bakıyor ve onu taklit ederek parmakları bacağının üzerinde ritim tutuyordu. normal bir günmüşçesine açtıkları şarkıya eşlik ediyorlardı kısık sesleriyle. seslerini duyurmaktan çekiniyorlardı sanki, onları kovalayan ölüm fısıltılarını duyacak ve vadeleri daha dolmadan canlarını alacak gibiydi. öylesine korkmuş ve titrek çıkardı sarı saçlı çocuğun sesi.

yanındaki adam ise bu durumu elbet fark etmişti. boştaki eliyle elini kavramış ve parmaklarının avcu arasında kaybolmasını sağlamıştı. sıcaklığı az da olsa genci rahatlatsa da iç çekmeden duramamıştı.

"yapılacak hiçbir şey kalmamış gibi hissediyorum hyunjin."

şarkı değişmiş arabanın içini farklı bir melodi doldurmuşken fısıldamıştı genç çocuk bu sözleri. yanında oturan siyah, uzun saçlı adamdan bir yanıt alamamıştı tabii. yalnızca dudakları elinin üzerini bulmuş ve şarkının sesi biraz daha arttırılmıştı.

şimdi adamın yüzünde buruk bir gülümseme vardı, 'sözleri dinle ve bana eşlik et.' diyordu ağzının içinde konuşarak.

o anda kulak kabartmıştı elektro gitarın sesine, sözler alçakça söylenmeye başladığında bir bir çeviriyordu onları aklında. Yanındaki adam ise sesini yükselterek söylemeye başlamıştı şarkıyı, artık korkak değildi ama sesindeki hüzün kendini ele veriyordu.

felix'in gözlerinden akan birkaç damla yaş yanaklarına yuvarlanırken daha sıkı tutmuştu elini kavrayan parmakları. bu şarkı onları anlatmak için yazılmış olmalıydı. cephane dolu bagaj, her şey son bulmadan önceki yolculuklar...

-

"buranın manzarasını çok seviyorum. eğer buraya başka koşullar altında gelmiş olsaydık sana evlenme teklifi edebilirdim."

hyunjin içinde olduğumuz arabayı bir uçurum kenarına park etmiş ve gözlerime bakarak konuşmuştu.

ağlamam kesildikten sonra beni güzel bir yere getireceğini söylemişti, şehre uzak ve sakin bir yer ise ikimizin de güzellik anlayışına yeterince uygundu.

söylediklerine kıkırdayıp kollarımı bedenine sardım ve bir öpücük için dudaklarına uzandım.

"bunun için hâlâ çok geç değil."

kurduğum cümleden sonra yumuşak dudaklarının tadına bakmıştım, dudaklarımızın temasıyla gözlerim kendiliğinden kapanmıştı.

elleri ne kadar sevdiğimi bildiği üzere belimde ve saçlarımın arasında dolaşıyordu. ufak ve titrek bir nefes almıştım uzaklaşmamayı seçerek.

öpücüğümüz onun dudaklarının da benimkiler üzerinde dans etmeye başlamasıyla derinleşmişti.

fazla sürmeden temasıyla düşüncelerimi kontrol edemez hâle gelmiştim ve sadece hwang hyunjin'i düşünebiliyordum. ne ilk öpücüğümdü, ne de ilk öpücüğümüzdü fakat beni kontrol altına almayı başarmıştı. bütün hücrelerimin yandığını ve bedenimin dokunuşları altında eridiğini hissediyordum.

yakıcı güneş batmaya başlarken tenimize değiyordu fakat bu umrumuzdaki son şey bile değildi. gittikçe hırçınlaşan hareketlerinden anladığım kadarıyla o da benden pek farklı bir durumda değildi.

bir eliyle belimi kavramışken diğer eliyle radyoda çalan şarkının sesini arttırmış ve dişlerini dudaklarımda hissetmemden hemen sonra dudaklarımızı ayırmıştı.

pozisyonumuzu bozmadan nefeslenmeye çalışıyordu. sık ve sıcak nefeslerini dudaklarımda hissediyordum ve bu kendime hâkim olmamı daha da zorlaştırıyordu.

"aklımı yitirecek gibi hissediyorum. hatta çoktan yitirmiş bile olabilirim. beni deliliğin sınırlarındaymış gibi hissettiriyor her hareketin."

aniden benden uzaklaşmasıyla gözlerimi aralamış ve yüzündeki geniş sırıtışa şahit olmuştum.

"o hâlde sınırları yok edelim."

yerinden kalktığında arabanın kısıtlı yüksekliğinden dolayı çeşitli zorluklarla benim koltuğuma geçmişti. o bunu yaparken kalkıp arabanın önüne iyice yaslanmış ve ona yer sağlamıştım.

en sonunda başarıyla benim koltuğuma geçtiğinde koltuğu geriye çekmişti. hâlimden memnun bir gülümsemeyle kendimi kucağına bırakıvermiştim.

aramızdaki engellerden kurtulmuştu ve aklımı başımdan alacaktı. bunu teyit eden çekici gülümsemesi de işin cabasıydı.

sevgisinin hırçın ve tutkulu yanına ilk kez şahit oluyordum fakat o bu anlarda bile beni incitmekten kaçınıyordu.

"bu şekilde kollarımın arasında minicik duruyorsun ve şu an bile o kadar sevimlisin ki... belki de ben çok aşığımdır, bilemiyorum."

"sanırım aynı durumdayız."

kafamı göğsüne yerleştirerek parmaklarımı omuzlarına yaslamıştım. güneş tamamen batana dek o şekilde kalmıştık. dudaklarının ipeksi dokunuşlarını ara ara saçlarımda hissediyordum ve bu gözlerimi kapatmamı sağlamıştı. ona aşık olmayacağımı söylediğim anlar aklımda canlanırken gülümsemiş ve açıkta kalan boynuna minik bir öpücük bırakmıştım.

"seni seviyorum."

beyaz zambaklar, hyunlix.Where stories live. Discover now