3

152 10 3
                                    

"Seni şahsım adına olan asıl malikaneme götüremeyeceğimi tahmin etmişsindir," Dedi yanında oturan kadına. Kadın yüzünü cama doğru çevirmiş, bu fırtınada arabayı hareket ettiren zavallı atların tıkırtısını dinliyordu gözleri kapalı.

Brandan göz ucuyla yan tarafa bakıp önüne dönerek sözüne devam etti.

"Seni götürdüğüm yer benim gizli cennetim."

Küçümser bir ses çıktı genç hanımın ağzından.

"Cennet, ha? Daha yeni tanıştığınız bir kadını götüreceğiniz yer cennetse, cennetiniz pek de kutsal olmamalı."

Adam gülmekle yetindi. Daha doğrusu cevaplayamadı da denebilir, çünkü şuan ne yaptığı hakkında zerre kadar fikri yoktu. Mantıklı düşünme kabiliyetini kaybetmiş olduğuna hepten inandı.

Aslına bakılırsa sadece eğlence arıyor olduğunu biliyordu. Tedirgin olmasına da gerek yoktu. Yine de hiçbir kadını oraya götürmemişti, bu kadının ne farkı vardı? Kadının söylemi gayet haklıydı!

Hayır... Eğer malikanesine gelseydi bu şüphesiz skandalların şahı olurdu.
Kendisini güvence altına alıyordu, aynı zamanda onu.

Boğazını temizledi. Biraz daha iç sesiyle karşı karşıya kalırsa aklını yitireceğinden emin oldu ve konuşma başlatmak istedi.

Birdenbire ağzından döküldü:

"Benim himayemde ne kadar süre kalmayı düşünüyorsunuz?"

Kadın gözlerini araladı ve ona baktı. Bu aslında kesin olarak onun da bilmediği bir soruydu. Bildiği tek şey artık deli bir kadın olduğuydu.

Elinde hiçbir şey bulunmadan hiç güvenemeyeceği bir adamla uzun süre kalacaktı.

"Bir ay." Önüne düşen kestane rengi saçlarını arkaya attı narince.

"Bana istediğim şeyi erken verirsen daha kısa sürebilir, yada veremezsen daha uzun. Tüm ipler senin elinde." Dedi yüzünde ilk kez sahici bir gülümseme ile.

"Gecenin bitmesine çok az kaldı ve ben kül kediliğine geri dönmeyeceğim." Diye mırıldandı yanı başındaki zampara kontun duyamayacağı şekilde...

Araba durdu. Sonunda gelmişlerdi.

Brandan hızla atlayıp karşı kapıya doğru ilerledi. Kapıyı açıp kibarca elini uzattı, yüzünde çarpık bir sırıtışla indirdi Evangeline'i.

İlerlemesine fırsat vermeden elini tutup koluna yerleştirdi.

"Sevgili misafirime cennetimi göstereyim."

Fazla konuşmak istemeyen ikili sessizliğin ve yağmurun tadını çıkarmak istercesine ilerlediler.

Zamparalığıyla ünlü olan pişkin bir adamın onu götürdüğü yerde bir ay kalacak kadar çaresiz, aynı zamanda da korkusuz olan genç hanım pek de meraklı değildi getirildiği yere. O yüzdendir ki fazla incelemiyordu etrafı, yalnız... Burası gerçek anlamda hiç de soylu bir adamı yansıtacak bir yer değildi.

Koca camları olan bir taş evdi. Ama o kadar şık duruyordu ki gözlerini alamadı.

Ki bu bulutların kırmızısıyla gördükleriydi yalnızca, hayran olmak elde değildi.

"Sadeliğin zarafeti, değil mi?" Dedi yanından gelen ses. Zaferi kazandım der gibi çınlıyordu kulağında.

"Fazlasıyla," diyerek onaylamakla yetindi. Sabaha yaklaştıkça endişeleri daha da artıyordu gerçekten de.

Ayaklarının boşaldığını hissetti. Zor bela ayakta duruyordu.

"Yürümeme destek olur musun McBeafort? Biraz kendimde değilim." Dedi kısık bir sesle.

Yağmurlu Bir GeceWhere stories live. Discover now