1

182 12 1
                                    

"Suzy! Sana bir davet daha geldi!" Diye seslendi genç kadın. Kendisi takdim edileli altı yıl olmuşken, daha ilk yılında bu kadar çok talibi olan kız kardeşinin davetlerini ayrıştırmakla yükümlü olarak bulmuştu kendini.

"Kimden?" Dedi aşağı doğru apar topar inen kız. Eteğini yürürken engel olmasın diye ellerinin arasına almış, annesinden aldığı dalgalı sarı saçlarını kurdeleyle bağlamıştı. Her yönüyle kusursuz görünüyordu. Oyuncak bebekler gibi.

"Evy, söylemeyecek misin?" Dedi kendisine ait olan zarfı ablasının ellerinden çekiştirirken.

"Ne? Nathaniel yollamış!" Önce sevinç çığlıkları atıp ablasına sarıldı, daha sonra ise Evangeline'in durumunu hatırlayıp kırılabileceğini fark etti. Sonuçta evde kalmıştı... Böyle davranması onun canını sıkabilirdi. Her zamanki gibi sevindiğini belli etmeme çabalarını sürdürmeye karar verdi. Ablasının kollarından ayrıldı.

"Eh, davete gitmemezlik yapamayız değil mi?" Saçlarını savurdu.

Evangeline, kardeşi ve tüm ev sakinlerinin kendisine duyduğu gereksiz acımadan nefret ediyordu. Evet, cemiyetin pek ilgisini çekmediği barizdi ve kendisini beğenenleri ise o kabul etmiyordu. Yaşlı bir adamın karısı olup ilk eşinden olan çocuklarını büyütmek istemeyecek kadar bencil olma hakkı da olmalıydı, değil mi? Bu, onun tercihiydi ve sırf kendisi evlenmedi diye kardeşini kıskanıp ileride yapacağı evliliğe mani olacak değildi.

"Susanne, kendini benden sakınma lütfen." Gülümsedi.

"Bay Nathaniel'e karşı özel hislerin olduğunu biliyorum. O yüzden..." Sandalyesinden ayağı kalktı ve üzerindeki gösterişsiz kıyafeti düzeltti.

"Elinden geleni yap olur mu?" Campbell kardeşler bir süre bakıştı birbirine minnettar olan gözlerle.

"Suzy, ne giyeceksin? Ah tatlım," Annesi daveti duyunca apar topar buraya koşuşmuş olmalıydı. Evde kalan kızını görmezden gelip derhal gözde olan Campbell'a doğru ilerledi.

"Saçlarına ve dudaklarına bakım yaptırmalıyız. Terzimin böyle durumlar için diktiği kusursuz bir elbise var. Kırmızı, dekolteli..." Boğazını temizledi.

"Kırmızı fazla mı kaçar sence?" 

"Anne, bunlara gerek yok-"

"Böyle bir fırsat bir daha elimize geçmez!" Susanne, bir müddet sessiz kaldı ve tamamen saf duygularıyla bakışlarını, annesinin gereksiz konuşmalarından kurtulmak amaçlı elindeki kitaba odanlanan ablasına yöneltti.

"Evy, sen ne giyeceksin?"

Genç kadın şaşırmıştı. Uzun zamandır kutlamalara katılmıyordu bile. Üzerindeki kıyafete, ardından yanında durduğu siyah piyanonun yansımasından kendine baktı.

Özensizce yapılmış örgülü bir topuz, bakımsız ve makyajsız bir yüz, kurumuş dudaklar ve sinir bozucu duran iri gözler... Tam bir ucube olduğunu düşündü.

"Gelecek mi ki? Sanmıyorum." Dedi annesi, derin anlamlar yüklü bir şekilde. Küçük kızının da kaderinin kendisi gibi olmasından korkuyordu demek ki. Evangeline, altı yıl içerisinde duygusuz olmayı öğrenmiş olsa bile annesinin bu sözlerine karşı kırılmadan edemedi.

"Haklısın anne. Gelmeyeceğim." dedi salondan çıkarken. Kız kardeşinin meraklı gözlerine bakılacak olursa annesiyle arasında yaşanan sessiz gerginliği anlayamamıştı.

Odasına doğru ilerlerken gözyaşlarını daha fazla tutamadı. Boğazından çenesine doğru uzanan derin sızıyla hıçkırdı.

Evet, asla olmam dediği kişinin ta kendisi olmuştu.

"Glouchester Dükünün evlenmemiş büyük kızı." Diye mırıldandı. Cemiyette en kibar tanımı buydu.

Ailesinin, özellikle de annesinin gözünde fazlalık olarak görünmekten yorulmuştu. Her şey üstüne geliyordu artık. Neden kendisini hiçbir adam sevmemişti ki?

Hızlıca merdivenleri çıkıp yukarı kata vardığünda arkasından gelen sesle durdu.

"Sizi yine üzdüler, değil mi?" Arkasını döndü tebessümle. Bu ses şüphesiz...

"Mr. Osborne..." Ağabeyinin öz kardeşi gibi sevdiği arkadaşı Arthur Osborne'du kendisine gülümseyen.

Osborne, bir soylu olmasına rağmen soylu gibi yaşamayı kabul etmeyen bir adamdı. Ailesinin döküntü olarak nitelendirdiği büyükannesinden kalma çifliği kusursuz bir hâle getirmiş, saçma ünvanları reddedip çiftliğin beyi olmak istemişti. Ailesi ilk başta fazla tepki gösterse de, kendisinden küçük bir oğulları daha olduğundan ısrarcı olmamışlardı.

Evy, bu adama gerçekten hayrandı.

"Ah şu aileler... Bizi bir kalıba koymayı o kadar seviyorlar ki!" Dedi elini genç kadının omzuna dostça koyarak. Daha sonra yanlış anlaşılabileceğini düşünüp çekti.

Evangeline sesinin titremesini önlemeye çalışarak,

"Haklısınız..." Bir süre öylece kaldılar.

"Ağabeyim at sürmeye gitmiş olmalı, birazdan gelecektir!" Dedi evangeline gülerek.

"İzninizle." Kolunun altına sıkıştırdığı kitabı elleri arasına alarak utangaç bir selam verdi. Hızla ilerlerken arkasından gelen sesle gülümsedi.

"Kendinize iyi bakın!"

Odasına girer girmez kapıyı kapatıp yaslandı. Nedense o adamı her görüşünde karnında kelebekler uçuşuyordu...

"O mükemmel biri..." Diye düşündü. Kendisinden büyük olmasına rağmen kimse ona evlilik hakkında öğütler vermiyor, evde kaldı demiyordu. Tüm bunların cinsiyeti yüzünden olduğunu aklına getirip bir kez daha lanet etti.

"Onunla evli olsam ne güzel olurdu." Böyle bir şeyi düşündüğü için kıpkırmızı oldu.

"Hayır, bu çok ayıp!" Sırıttı.

"Sadece o, ben ve çiftlik. O işçileri azarlarken ben çiçekleri sular, kitap okurdum. Bazen sürpriz yapıp yemekleri ben pişirirdim. O da hep yemeklerime bayıldığını söylerdi." İç geçirdi.

"Hayali bile kusursuz."

Yutkundu. Onu görünce unuttuğu daveti hatırladı. Muhtemelen ağabeyinin zorlamalarıyla Osborne da katılacaktı. Gülümsedi.

"Belki de ben de katılmalıyım."

**
Suzy ve annesi çoktan hazırlanmıştı. Aşağı inen kahyayı görünce telaşla sordu.

"Araba hazırlanmadı mı? Ah, geç kalacağız!"

Kahya birazdan hazır olacağını söyleyip aceleyle aralarından sıyrıldı.

"Evy nerede?" diye bakınan genç kızı "uyumuştur tatlım, sen bu akşama odaklan." diyerek susturdu annesi. Haksız da sayılmazdı. Evangeline'in çoktan baloya gittiğini bilmeden.


Yağmurlu Bir Geceजहाँ कहानियाँ रहती हैं। अभी खोजें