Bal rengi gözler

215 17 11
                                    

-Finn Wolfhard-

Kapıyı kapatır kapatmaz içimde tuttuğum kahkahaları saldım. Gülmekten karnım ağrımıştı ve gözümden 2 damla yaş süzülmüştü.
Neden bu kadar fazla gülmüştüm bilmiyordum.

Millie yol boyunca çaktırmadan beni koklamıştı. Hem buna gülüyordum, hem de koca kaskı kafasında unutup giderkenki haline.

Verdiğim büyük kaskın içinde kaybolan, yanakları kızarmış ve utanmış şekilde bana bakıyordu. Bir kaç saniyeliğine gözlerimiz birbirine kilitlendiğinde yanakları gittikçe daha da kızardı. Bal rengi gözlerinin bebekleri kocaman olmuştu.

Aniden kaskı çıkarıp elime verdi ve koşarak kendi evine girdi. Gülmemek için yanaklarımdaki etleri yiyerek
arkasından bir kaç saniye baktıktan sonra, bisikletimi bağlayıp eve girdim.

Gülme krizim sona erdikten sonra eşyalarımı masaya koyup banyoya ilerledim.
Sweatimi ve pantolonumu çıkardıktan sonra direkt kaynar suyun altına girdim.

Kıvırcık saçlarım dümdüz olup alnıma serildi. Suyun vücudumla temas ettiği her saniye canım yanıyordu. Kabarıp kızaran derimde parmaklarımı gezdirdim. Her dokunuşumda alev alıyormuşum gibi hissediyordum.

Soğuk suda duş almaktan nefret ediyordum. Soğuk su bana hayatımın en zor zamanlarında acı katmaktan başka bir şey yapmamıştı.
Düşüncelerimden arınmaya çalışarak suyu kapattım, bornozumu giydim.

Aynanın karşısına geçip kurutma makinesini saçlarıma tuttum. Yavaş yavaş bukleleşmeye başladıklarında yeterli olduğunu düşünerek makineyi kapattım. Kıyafetlerimi giyindikten sonra içmek için aşağı, kahve yapmaya indim.
Kahveyi makineye koyduktan sonra üst kata çıkıp odama girdim.

Ahşap dolabın önüne geçip içinden bir eşofman bir de tişört çıkardım. Hızlıca çıkarttıklarımı üstüme geçirip kahveyi almaya aşağı indim.
Tam da zamanında inmiştim ki ,kahvenin olduğunu haber vermek için makine küçük bir ses çıkarmıştı.
Kahveyi aldıktan sonra üst kata çıkarken Sophia ayaklarıma dolandı.
Elimdeki kupayı bırakıp koca tüy yumağını kucakladım. Onu kucağıma almamı bekliyormuşçasına mırıldanıp yüzümü koklamaya başladı. Yanağına bir öpücük kondurup yere indirdim. Biraz daha başını okşadıktan sonra kahveyi tezgahtan alıp merdivenlere yöneldim.
Sophia benden önce merdivenlerden füze gibi uçup odama daldı. Gülerek arkasından girdim ve yatağıma oturdum.
Kahveden bir yudum alıp hızlıca duvarda duran gitarımı kucakladım.
Bu dünyada gitarım olmadan yaşayamazdım.
Penamın nerede olduğunu hatırlamaya çalışırken bir yandan da odada dört dönüyordum.
O benim en sevdiğim penamdı.
Onu kaybedemezdim.

Odayı didik didik aramaya başladım. Sophia'nın camın önünde miyavlamasıyla bakışlarımı oraya yönelttim. Camın önünde yerde duran penamı görünce kocaman bir sırıtışla Sophia'ya döndüm.

"Akıllı kızım benim"

Başını okşayıp yere eğildim ve penamı aldım. Kafamı kaldırırken gözüm cama takıldı. Millie'nin evine.

Odalarımızın camları karşılıklıydı ve ikimiz de birbirimizin odasını tamamen görebiliyorduk. Yani, ben onunkini görebiliyordum. Cama yaslanıp kollarımı önümde bağladım ve çaktırmadan onu izlemeye başladım.

Kulaklıklarını takmış dans ederek odasını süpürüyordu. Arada süpürgenin sap kısmını mikrofonmuş gibi yapıp şarkı söylüyordu. Bu hali gülümsememe sebep olmuştu.

Millie bana doğru dönünce hızlıca geri
çekildim.
Umarım beni görmemiştir diyerek tanrıya dua ettim ve kafamı uzatıp yokladım. Görmemişti. 

Odam çok havasız olduğundan camı açıp yatağıma oturdum. Gitarımı amfiye bağlayıp bir kaç akordu ayarladıktan sonra en sevdiğim parçalardan birini tıngırdatmaya başladım.

My Kind Of Woman-Mac DeMacro

Gözlerimi yumup küçük mırıltılarla eşlik etmeden duramıyorum.

"You're my, oh my
My kind of woman..."

Çalmaya devam ederken gözlerimi aralayıp Sophia'ya baktım. Yastığımın üstünde kıvrılıp uyumuştu.
Çalmaya devam ederken bir ses duymamla afalladım. Bu güzel sesin nereden geldiği hakkında bir fikrim yoktu.

"Oh brother, sweetheart.
I'm Feelin' so tired,
Really Fallin' apart."

Bu benim sesim değildi.
Yumuşacık, pürüzsüz bir sesti.
Kafamı cama döndürdüğümde camın pervazına dayanmış, gözleri kapalı bir şekilde şarkıya eşlik ediyordu.
Bu haliyle çok tatlı görünüyordu.
Ben de gözlerimi kapatıp eşlik etmeye devam ettim.
Artık aynı anda söylüyorduk.

"Why you stick right next to me?"
"Wherever I go..."

"You're my, my, my, my kind of woman."
"My, oh my what a girl..."

"You're my, my, my, my kind of woman
And I'm down on my hands and knees
Beggin' you please, baby
Show me your world..."

Şarkı bittiğinde gözlerimi açıp ona baktım. Gözlerini yavaşça açıp bana baktı. Sonrasında ise içeri girip camını kapattı, perdesini çekti.

Neden perdesini çekiyordu ki?
Bu
"Seninle konuşmak istemiyorum"
mu demekti?
Sanki ben onun şarkısına eşlik etmiştim.
Camımı kapatıp perdemi çektim ve kendimi yatağıma attım.

Sophia mırıldanarak güzellik uykusundan uyandı. Önce olduğu yerde bir aslan gibi esnedi, sonrasındaysa yanıma gelip göğüsümün üstüne uzandı. Tek elimle kafasını okşamaya başladığımda çoktan uyuklamaya başlamıştı.

Hava henüz anca kararıyordu.
Sophia'yı dikkatlice üstümden alıp yatağa yerleştirdikten sonra alt kata indim.

Aç değildim, bir şeyler yemek istemiyordum.
Televizyonu açıp gri yumuşak koltuğa kıvrıldım.
Bir süre kanallarda gezindikten sonra sıkıntıyla televizyonu kapattım.
Yapacak bir şey yoktu.

Ayağımın ucunda duran örtüyü üzerime örttüm ve uyku pozisyonu aldım.
Belki uyuduğumda zaman geçerdi.
Gözlerimi yumup uyumayı bekledim.

Sanırım yaklaşık 10 dakika geçmişti ki, uykuya dalmayı başarmıştım.

Bu bölüm kısa oldu arkadaşlar.
Biraz acele ile yazdım.
Yapmam gereken işler vardı ancak sizi bölümsüz bırakmak istemedimm.
Keyifle okursunuz umarım.
Öpüyorum hepinizii<3

No tears left to cry | Fillie Where stories live. Discover now