Ice cream

197 15 3
                                    

"Finn!  Dur artık! Yoruldumm!"

Parkın içinde dört nala koşarken, arada arama dönüp Finn'e bakıyordum. Hala arkamdaydı! Ve eğer aramızı biraz daha açmazsam, beni yakalayacaktı!

"Finn gelme!"

Gülüşlerimin arasından çığlık atarak koşmaya devam ettim. Kahkahalarla peşimden koşuyordu. Bacakları benimkilere oranla, upuzun olduğu için ve ben yorgunluktan kendimi çimenlere attığım için beni yakaladı. Yerde nefes nefese yatarken üzerime çıktı ve eğildi.

Gülerek çırpınırken bir hamlede yanağımı ısırdığında pes ettim ve küçük bir acı çığlığı attım.

"Beni öpüp kaçmayacaktın!"

Evet, onu öpüp kaçtığım için beni kovaladı ve yanağımı ısırdı.
Gülmekten burnumdan akan sümükleri içime çekerken, bana uzattığı elinden destek alarak ayağa kalktım.

"Dondurma alalım mı!"

"Bebeğim, dondurmacı uzakta kaldı, dönüşte alalım mı?"

Alt dudağımı şakacıktan üzgün bir bebekmiş gibi sarkıttığımda yaklaşıp küçük bir
öpücük kondurdu. "Alıp geliyorum, ayrılma bir yere!"

Kıvırcık saçlarını sallaya sallaya koşarak dondurmacıya giderken, öylece gülümseyerek arkasından izledim.
Ne de güzel koşuyordu canımın içi.

Finn ile birlikteliğimizin 2. ayına girmiştik. Ve neredeyse her günümüz beraber geçti. Onunla beraber olduğumda kalbimin ritminin hızlanması, hala ilk günkü gibi. Beni her öptüğünde, eli elime değdiği her saniye, benim için koca bir elmastan bile daha değerli.

Bir kaç dakika sonra, elinde iki koca külah dondurmayla bana yürüdüğünde gülümsemem iki katına çıktı.

Dondurmamı almak için uzandığımda kolunu yukarı kaldırdı, haliyle alamadım.
"Fiinn!"

"Önce ücretini ödemelisin."

"Off."

Hayıflanarak yanağına bir öpücük kondurup geri çekildim. Ancak eli hâlâ havadaydı.

"Ödemeniz geçersiz."

Dudaklarını büzerek kaşlarını kaldırıp-indirdiğinde gülmeden edemedim. "Fırsatçı."
"Uh, ne yapabilirim? Bu çocuk öpücüksüz duramıyor."

Ayak ucuma yükselip öpecekmiş gibi yaklaştığımda refleks olarak ellerini indirdi. Dudaklarımız birbirine değmeden 1 saniye önce, hızla geri çekilip elindeki dondurmayı çektim. Boşluğuna geldiği için almam kolay olmuştu!
"Çikolatalı dondurmamı yalayıp, onaylayan sesler çıkartırken konuştum. "Teşekkür ederim hayatım, çok leziz!"

Bana trip atar gibi baktığında dalga geçmeden edemedim. Napayım, eğlenceli.

"Oy sen bozuldun mu?!"

Bu sefer yine ayak ucuma çıkıp gerçek bir öpücük verdim. Geri çekildikten sonra dudaklarını yalayarak çoşkuyla bağırdı.

"Dudaklarının tadı çikolata gibi!"

Kahkaha atarak elimdeki çikolatalı dondurmayı gösterdim. "Aptal değilim birtanem, takılıyordum." Kolunu omzum attığında başımı, göğüsüne yasladım ve beraber parkın çıkış kapısına doğru yürümeye başladık.

"Finn?"

"Efendim birtanem?"

"Seni çok sevdiğimi biliyorsun değil mi? Sana bir şey olursa, sensiz yaşayamayacağımı."

"Saçma sapan konuşma bebeğim, tabii ki biliyorum! Ve sende benim, tüm yıldızlar kadar seni sevdiğimi biliyorsun."

Elimi beline dolayıp sıkıca sardığımda, sırtımdaki koluyla, omuzumu sıvazladı ve beni kendine daha da yakınlaştırdı.

-

Akşama doğru eve geldiğimde içimdeki enerji hala tükenmemişti! Çünkü Finn'in bana verdiği mutluluk enerji yapıyordu, dolayısıyla her zaman enerji bombası gibiydim.

Ayakkabılarımı dolaba yerleştirip dış kapıyı kapattıktan sonra telefonumun titrediğini hissettim. Cebimden çıkarıp ekrana baktığımda arayanın Jack olduğunu gördüm.

"Buyrun bay Jack?"

"Mill! Finn yanındaysa, ki büyük ihtimalle yanındadır, bana onu verir misin? "

"Az önce eve geldik Jack, o kendi evine gitti. İstersen evine gidebilirim.?"

"Ha, yok sağ ol. Yarınki maç için son kez antrenman yapacak mı diye soracaktım da! Haydi iyi akşamlar, hoşçakal."

"Hoşçakal!"

Telefonu kapattıktan sonra maçı düşünmeye başladım. Yarın Finn'in okuldan sonra basketbol maçı vardı ve hep beraber izlemeye gidecektik. Jack de takımda olduğu için aranış
olmalıydı muhtemelen.

Finn neden Jack'in telefonunu açmıyordu ki? Aklıma takılan soruyla merdivenleri üçer beşer çıkıp odama daldım. Perdenin altından geçip cama yaklaştığımda, yatağın üzerinde bayılmış gibi uyduğunu gördüm!
Demek o kadar yorgundu.
Bebek gibi duran yüzüne baktım. Ağzı hafif açık kalmıştı ve nefes alıp verirken dudakları oynuyordu. Bu hali o kadar tatlı görünüyordu ki!
Geri çekilip masamın üzerindeki kitaplara baktım. Ders kitaplarım bana el sallıyordu.
Derin bir nefes verip onları görmezden geldim. Bu yıl vermem gereken sadece 4 ders vardı. Umarım daha fazla dersten kalmam diyerek mırıldandım ve kendimi yatağa attım. Henüz saat erken olsa da, belki uyursam sabah da erken kalkabilirdim. Ve güne dinç başlardım.

Gözlerimi kapatıp rüya alemine dalmadan önce, yine onu düşündüm. Her gece yaptığım gibi.
Ona bu kadar saplantılı aşık olmam doğru mu tanrım?

No tears left to cry | Fillie Where stories live. Discover now