Cimetière

263 19 12
                                    

Sabah gözlerimi açtığımda midemde ağır bir bulantı vardı. Üzerimde parti elbisemle uyumuştum ve saçım başım dağılmıştı. Ben eve nasıl gelmiştim?
Kendim mi geldim, birisi ile mi?
Kalkıp aynadan kendime baktığımda korktum yani o derece! Yalpalayarak banyoya yürüdüm ve önce yüzümdekilerden kurtulup saçlarımı taradım. Banyodan çıkınca elbisemi çıkartıp teslim etmek üzere şeffaf poşetine koydum ve poşetin fermuarını çektim. Altıma eşofman ve üzerime bir sweatshirt geçirdim. Güzel bir kahvaltı hazırlayıp karnımı doyurdum.

Okul yoktu.
Yapacak bir şey de yoktu.

Odama çıkıp Finn'in camına baktım. Uyuyordu. Uyurken çok tatlı görünüyordu tanrı aşkına. Canımın sıkıntısını geçirecek tek şey buydu şu an. Saatlerce oturup uyuyan Finn'i izleyebilirdim. Öyle de yaptım. Sandalyemi çekip pencerenin önüne oturdum ve onu seyretmeye başladım. Arada bir kıpırdanıp pozisyon değiştiriyordu. Alarmının çalmasıyla birden bire uyanıp kafasını yatağın üzerindeki rafa çarpınca istemeden bir kahkaha patlattım.
İkimizin de camı açık olduğundan kahkahamı duyup bana döndü.
"Sen nasıl bana gülersin ha?" dermiş gibi gülerek bana bakınca içimdeki gülme isteğini daha fazla tutamadım.
"Günaydın uykucu."

"Ne zamandır beni gözetliyorsun?"

"Hey seni gözetlemiyorum! Az önce odama geldim camı açarken seni gördüm. Hani evlerimiz karşılıklı ya!"

"Pekaaaalaaa"

A'ları uzatarak söyleyip kendini şirin yapmaya çalışmasına güldüm. Başarmıştı da. Yanına gidip yanaklarını sıkmak, saçlarıyla oynamak, burnun öpmek istiyordum.
Yüreğime çöken ağırlıkla kalkıp hiç bir şey söylemeden odadan çıktım. Onu her gördüğümde, yüreğime bir ağırlık çöküyordu. Çünkü yanında olmak istiyordum, olamıyordum.

Elime yüzüme su çarpıp üzerime kalın bir şeyler aldım. Atkımı boynuma dolayıp evden çıktım. Bugün havada güneş vardı ancak diğer günlerden bile daha soğuktu. Soğuktan sızlayan burnumu ellerimin arasına alıp ısıtmaya çalıştım. Nafile. Gram ısınmıyordu.

Isınabilmek için önüme çıkan ilk kafeye daldım. Sıcacık kahve kokusu iştahımı açmıştı. Cam kenarından bir masaya oturup kendime sıcak kahve söyledim. Kahvem gelene kadar telefonumla oyalandım. Saat henüz 14.02 idi.

Kahvemi getiren kızı görmemle telefonumu kilitleyip masaya koydum.
"Afiyet olsun efendim."
"Teşekkür ederim, kolay gelsin."

Kız gülümseyerek yanımdan ayrılırken kahvemden bir yudum aldım. Acı kahve boğazımdan mideme inerken sıcaklığını içimde hissedebiliyordum.
Yaklaşık yarım saatimi kafede geçirdikten sonra kalkıp kahvenin ücretini ödedim ve kafeden çıktım. Şimdi içerideki sıcak havadan eser kalmamıştı. Soğuk ve sert rüzgardan korunabilmek için sokağın köşesindeki telefon kulübesine girdim. Kendi telefonumu çıkartıp Sadie'yi tuşladım. 10 Saniye sonra nihayet telefonunu açtı.

"Sads, lafı uzatmadan bir şey isteyebilir miyim?"

"Her şeyi isteyebilirsin kuzum söyle yeter ki!"

"Bana Finn'in numarasını atar mısın?"

"Tabii hemen atıyorum Mills."

"Tamam, bekliyorum. Teşekkür ederim!"

"Ne demek, lafı mı olur deli!"

Telefonu kapatıp Sadie'nin numarayı atmasını bekledim. Numara gelir gelmez üzerine tıklayıp telefonu kulağıma dayadım.

"Alo, kimsiniz?"

"Finn?"

"Millie?"

"Evet, benim. Senden bir şey isteyebilir miyim?"

No tears left to cry | Fillie Where stories live. Discover now