Special Part/1

293 21 19
                                    

Ocak, 2026

Üzerindeki gürültülü baskıyı hissettiğinde içgüdü olarak aniden gözlerini açtı Millie. Yine her sabah olan, günlük rutinlerini yaşıyordu.

April ellerini çırparak sevimli sesler çıkartırken, Finn güzel sevgilisinin onu öperek uyandırması için uyuma numarası yapıyor muhtemelen.

Kızının kendi küçüklüğünü andıran, kumral- sarı saçlarına uzun bir öpücük bırakıp yüzünü ellerinin arasına aldı. "Günaydın bebeğim."
Beş yıldır süren beraberliklerinin sonunda, sevgilerini daha fazla yayabilmek için aşklarının küçük bir meyvesini yapmışlardı.

April, April Wolfhard.

2 yaşına yeni basan küçük kız, ellerini çırpmaya devam ederek yatakta zıplamaya başladı. "Günayyın anne! Günayyın baba!"

"Baba uyuyor bebeğim, haydi uyandıralım!"

Millie ve küçük sevimli April, gülerek Finn'e yaklaştılar. Her zamanki gibi sevgilisini dudağından usulca öptü. Finn'in dudaklarının üzerinde aniden beliren sinsi gülüşü görünce, dönüp kızına sessizce işaret verdi. Ve Finn'i gıdıklamaya başladılar.

Finn, gıdıklama saldırısına karşı zorla bir şeyler söyleyerek doğruldu ve tavşan gibi zıplayan bebeğini küçük bir hamlede yakalayarak yatırdı. Bebek kokusunu içine çekerek öptü, bu dünyadaki sevdiği ikinci kokuydu. Çok masum kokuyordu, bebek kokusu, kızının kokusu.

Minik kızını gıdıklanaya başladığında, üçü de kahkahalar atmaya başladı. "Bab-ba...Yap- Ma!"

Kıkırdayıp sevinç çığlıkları atarken tıpkı az önce babasının yaşadığı gibi zar zor konuşmaya çalışıyordu, ve bu hali çok fazla tatlıydı.
Bu, onların güzel bir güne başlama şekliydi.
Finn, yüzüne yayılan sıcacık ve samimi gülümsemesi ile bebeğini gıdıklamayı bırakıp Millie'ye döndü. İkisi de birbirine bakarak sadece gülüyorlardı. Tıpkı eski yıllardaki gibi. Aralarındaki sevgi asla azalmamıştı, hatta arttı da diyebiliriz çünkü onlar her geçen gün birbirlerini daha çok seviyorlar.

Büyük, her türlü yiyecekle donatılmış masada kahvaltılarını yaptıktan sonra giyinip evden çıktılar. "April'a neden yine bu ceketi giydirdin birtanem?"
Kıkırdayarak sordu Finn.
"Çünkü Noah amcası öyle istedi.."
Beraber gülüşürlerken bir yıl öncesi geldi ikisinin de aklına.

April'ın 1. yaş günü. Jack ve Noah'ın kavgası.
Noah'ın yüzüne pasta yemesi ve her birinin çatlayana kadar gülecek duruma gelmesi.

Hediye faslına geçildiğinde, Jack elinde kırmızı bir ceketle görünmüştü. İlk bakışta şirin ve sade bir ceket gibi görünüyordu ancak arkasını çevirince, Jack amcamı çok seviyorum yazısı ile karşılaşılıyordu.
Bunu gören Noah sinirden köpürmüştü çünkü, o da bir ceket satın almıştı ve arkasında Noah amcamı çok seviyorum yazıyordu.

Tabii bunu gören herkes kahkahalar ile gülüşürken, Noah ile Jack çoktan kavgaya başlamışlardı. Kavgaları, Jack'in masada duran pastayı Noah'ın yüzüne yapıştırması ile sonra ermişti.

Döndükleri anılardan kurtulup birbirlerinin elini daha sıkı sardı ikisi de. Finn, kucağındaki kızının yanağına bir öpücük bıraktığında, April de ona bir öpücük kondurdu. Sevdiği adamı ve bebeğini bu şekilde gördüğünde burnu sızlıyordu Millie'nin.
Finn'e baba olmanın çok yakıştığını düşünüyordu. İçinde ona olan sevgisi her geçen gün katlanarak büyürken, hayranlığı da büyüyor.

Birlikte büyük parka ilerleyip bankların orada oturan arkadaşlarına ilerlediler. April, babasının kucağında kıpırdanıp kendini zorla yere indirdi ve minik bacakları ile onların yanına koşmaya başladı. "Aykadaşlarım! Aykadaşlarım!"

"Noah, Sadie ve Jack'e arkadaşlarım diye sesleniyordu her zaman. Minik kalbi onları o kadar seviyordu ki!

Koşturarak Jack'in onu bekleyen kollarına atıldığında sevinç kahkahaları atmaya başladı. Noah sevimli bebeği Jack'in kollarından çekmeye çalışırken April paylaşılamamaktan keyif alır gibiydi.

Selamlaştıktan sonra oradan buradan, sakin geçen günlerden ve güncel konulardan konuştular. Jack'in Lilia ile evlenme yolunda ilerlemesi, Sadie ve Noah'ın bebek sahibi
olmayı düşünmeleri ve April'ın şirin halleri onların şu anki gündemiydi.

Üç arkadaşları için de çok mutlulardı. Jack'in bir eş olması, ve Sadie'in annelik, Noah'ın babalık duygusunu tatmasını çok istiyorlardı. Bebek denilince Millie'nin aklına hamile olduğunu Finn'e söylediği gün geldi ve tekrardan anılarının içinde kayboldu.

Henüz kendisi de birkaç gün önce öğrenmişti ve mutluluktan saatlerce ağlamıştı. Çünkü karnında, kendisinden çok sevdiği adamın ve kendisinin birleşimi olan küçük bir bebek taşıyordu. Bir akşam uyumak için yatağa girip birbirlerine sokulduklarında, her gece yaptıkları gibi birbirlerine seni seviyorum demişlerdi. Ancak Millie o gün, seni seviyorum demek yerine, Finn'in elini tutup karnına koydu ve "Seni seviyoruz." dedi.

Finn olayı anladığında, ilk şoku atlattıktan sonra yataktan fırlayıp sevinç kahkahaları attı, bir yandan da ağlıyordu. İnanamadı, defalarca,  tekrar tekrar sordu. Teyit etti. Dünyada kendisi ve aşık olduğu kadının bir karışımının yaşayacak olması düşüncesi, onu deliye çevirdi.

Aylar boyunca asla Millie'sine tek bir iş bie yaptırmadı. Onu en sevdiği yiyecekler ile şımarttı ve sürekli karnındaki bebeği ile konuştu. Şimdiden kendisini baba gibi hissediyor ve mutlu oluyordu. Millie'nin de mükemmel bir anne olacağından emindi. O her zaman, her işte mükemmeldi.

Ve Millie'nin doğum yaptığı gün.

Gecenin bir yarısı, suyunun gelmesiyle uyanmıştı. Yanında yatan Finn'i yumruklayarak onu da uyandırdıktan sonra, bir hışımda hastaneye yetişmeye çalışmışlardı. Finn o kadar telaşlıydı ki, pijamalarını değiştirememişti bile! Bağırtılar ve gürültüler içinde acilen hastaneye giriş yaptıktan sonra, doğumhanenin kapısında bekleme zamanı gelmişti.
Son bir öpücük verdi eşinin dudaklarına ve gururlu gülümsemesi ile ona destek verdi Finn.

Büyük, cam kapının önünde beklerken, tüm herkesi arayıp tek tek haber vermişti. Kapının önünde stresle dolanırken, Jack onu sakinleştirmeye çalıştı.

İki saat sonra, alnından akan heyecan terlerini silip kapının kolunu indirdi ve odaya girdi. Güzel Millie'si yorgun görünen haline rağmen mutluydu, gözleri parıldıyordu. Uzanıp onun pamuk ellerini tuttu ve dudaklarına narin bir öpücük bıraktı. Geri çekilip bir daha öptü, bir daha ve bir daha.
Onu böyle öpmeyi seviyordu. En son uzunca bir öpücük bıraktıktan sonra odanın kapısı açıldı.
Mavi kıyafetlerini giymiş bir hemşire, elinde küçük bir bebek ile onlara yaklaştı. Bebek saniyeler içinde Finn'in kollarına verilince, ikisi de dolan gözlerini daha fazla tutamadılar. Bembeyaz teniyle güneş gibi parıldayan küçük bebeği ağlayarak karşıladılar.
O çok güzeldi, ikisinin saf birleşimi gibiydi. Yumru yaptığı küçük parmaklarını uzatıp Millie'nin elini tuttuğunda, hıçkırıklarının arasından kahkaha atıp Finn'e baktı. "Gördün mü" dercesine.

Kucaklarına bebeklerini alıp birbirlerine sarıldılar. Artık küçük ve mutlu bir ailelerdi, birlerdi. Bu bambaşka, farklı bir histi, sıcacık bir sevginin artmasıydı aile olmak. Artık iki değil, üç kişilerdi. Ve sevgilerini çoğaltmaktan mutlulardı.

No tears left to cry | Fillie Where stories live. Discover now