sekiz

192 11 42
                                    

Eve ne zaman gelmiştik, ne kadar süredir uyuyordum bilmiyorum. Boynumdan belime kadar olan ağrıyı rahatlatmak için gerindim. Öylesine kasmıştımki kendimi sanki kemiklerim içime batıyordu.

Komodine uzanıp saatte baktığımda sabaha karşı olduğunu gördüm. Hava yeni yeni aydınlanmaya başlıyordu. Beynimde oluşan uğultuyla beraber yaşadıklarım tekrar belli etmişti kendini.

Başımı iki yana sallayarak yataktan kalktım ve banyoya girip kendimi küvete bıraktım. Bedenimi suyun altına soktuğumda içimdeki bu hissin bedenimden akıp giden su gibi geçmesini diledim. Ama geçmiyordu. Gözlerimi ellerime sabitledim.

Bu ellerle birini öldürmüştüm.

Beynim bunu her kıvrımıyla reddederken acı gerçeklik kalbime bıçak misali saplanıyordu. Reddedebileceğim türden bir şey değildi. Isınan suyla beraber derim yanmaya, kızarıklar oluşmaya başlamıştı. Vicdani yükü kaynar su yardımıyla atmak işe yaramadı. Titreyen ellerimle musluğu kapatım ve küvetten çıkmak için yeltendim. Bacaklarım gövdemi taşımakta zorlanıyordu. Ruhumun paramparça oluşu gözlerimden acı ile fışkırıyordu.

Sarsak adımlarla banyodan çıkıp dolaptan ince asklı beyaz bir elbise ve krem rengi yünlü hırkamı çıkartarak yatağıma bıraktım. Aynadan kendime baktım. Çırılçıplak ve savunmasızdım. Solgun vücudum harabe halini sergilerken sol gözümden bir yaş kayıp göğüsüme düştü.

Ben ne yapmıştım?

Ruhum daralıyor, kalbim her atışında kemiklerimi kırarcasına acı yayıyordu. Omuzlarımdaki yük kendini bir an olsun hissettirmeyi bırakmıyordu. Kollarımı bedenime sararak dizlerimin üzerine çöktüm.

Ölmek istiyordum.

Nefesim ciğerlerimden çıkıp boğazımdaki yumruyu daha da güçlendiriyordu. Göğüs kafesim içine hapseden kasveti gözyaşlarımla beraber dışa vurmaya çalışıyor, ama işe yaramıyordu.

Tırnaklarımı etime geçirerek içimde tuttuğum çığlığı ses tellerimi koparmak istercesine serbest bıraktım. Vücudumdaki son güç kırıntısı sesimle beraber beni terk ederken çöktüğüm yerden geriye doğru düştüm. Kulaklarıma dolan ayak seslerini umursamadan hareketsizce yerde yatıyordum. Gözlerimden sessizce akan yaşlar yanan ruhumu dahada körüklüyordu.

Kapı gürültüyle açıldığında gözlerimi sabitlediğim tavandan çekmedim. Kimin geldiği ya da birinin beni çıplak görmesi umrumda değildi. Tek bir istediğim vardı, o da; ölmek.

Gözlerimi hala tavandan çekmesemde ciğerlerime dolan kokuyla onun geldiğini anladım. İçeri girmemişti. Muhtemelen çıplak oluşumdan kaynaklı yanıma gelmeye cesaretim yoktu.

Öylesine güçsüzdüm ki kendimi toparlayacak ya da ona bakacak halim yoktu. Öylece yerde yatıyor ve ölmeyi bekliyordum.

Huzuru niteleyen fısıltılı sesi odayı doldurdu, "Erin."

Yine ona bakmadan sadece sessizce ağlamaya devam ettim. Derin bir nefes vererek tekrar konuştu.

"Gelebilir miyim?"

Başımı yavaşça ona çevirdiğimde gözleri yerdeydi. Endişe doluydu. Güçlükle kolumu kaldırıp elimi ona doğru uzattım. Beni bu çukurdan çekip çıkartsın istiyordum. Ona sığınmak, kolları arasında tüm bu yaşananların aslında gerçek olmadığını hissetmek istiyordum.

Başını yerden kaldırıp çıplaklığımı es geçerek önce ona uzanan elime daha sonra gözlerime bakmıştı. Parlak gözleri sönüktü. Derinliklerinde saf acı barınıyordu. İçimde yaşadığım tüm bu karmaşayı beraberce paylaşıyorduk. Benim hissettiklerimi aynen hissediyordu o da. Artık emindim. Biz birbirimizin ilacıydık.

partnership || zmWhere stories live. Discover now