15

249 22 7
                                    

Son müşterinin de gidip, masaların boşalmasıyla birlikte kafenin kapısını kilitleyip 'Kapalıyız' yazısını astığımızda saat on ikiye çeyrek vardı. 

Jungkook'u elindeki telefona gömülmüş, dikildiği yerde çatık kaşlarıyla bir şeyler okurken görünce kalbim son hız atmaya, paranoya bütün zihnimi ele geçirip çığlık çığlığa bağırmaya başladı kafamın içinde. Kötü bir şey mi oldu? Birileri benimle ilgili ona bir şey mi söyledi? Kaşlarının çatılmasının sebebi benimle mi alakalı? Neden bu kadar ciddi duruyor?

"Hay bunların ısrarcılığı da..." diyerek telefonunu kapatıp arka cebine attı ben kendi içimde panik atak krizi geçirerek onu izlerken. Kafasını kaldırıp bana baktı. Beni ona bakarken yakalamış olmasını bile dert edemiyordum. Yaptığım tek şey konuşmaya başlayıp neye bu kadar sinirlendiğini anlatması için beklemekti.

Ama o bunu yapmak yerine "Hazır mısın?" diye sordu. Sonra bakışları hala üzerimde duran önlüğe indi ve "Hadi, hazırlan da bir an önce eve gidelim." dedi.

"Ne oldu?" diye sordum. Sesimin korkudan titrememesi için çabalamak zorunda kalmıştım. 

"Ne ne olmuş?" diye soruma soruyla karşılık verdi.

"Kim neyi ısrar etti?" dedim. Konuş be çocuk!

Neyden bahsettiğimi anladığında "Hee." dedi "Kim olabilir? Bizimkiler işte. Changkyun'un evine gideceklermiş. Morali bozukmuş, içip kafa dağıtacaklarmış. Gelmeyeceğim dedim, sanki öyle dememişim gibi kaçta alalım seni diye soruyorlar."

Omuzlarımın üzerine binmiş ağır bir yükün birden bire toza dönüşüp yok olduğunu hissettim. O kadar rahatlamıştım ki tahmin ettiğim türden bir şeyler olmadığına, sanki her şey daha aydınlık geliyordu şimdi gözüme. İçimde biriken ve ciğerlerimi boğan o sıkıcı nefesi sessizce dışarı bıraktım.

"Neden gitmiyorsun?" diye sordum sanki hiçbir şey olmamış gibi davranmaya devam ederken. Ellerimi arkama götürüp önlüğün iplerini çözmeye başladım. 

Omuz silkti. 

"Changkyun bugün derse gelmedi." dedim "Fark etmişsindir. Demek ki büyük bir sorun var."

"Ben onun sorununu biliyorum." diye mırıldandı ağzının içinde.

Kaşlarımı kaldırıp "Neymiş?" diye sordum.

Gözlerini kaçırdı. "Aşk acısı çekiyor."

"Ciddi olamazsın."

Tepkime kafa sallayarak cevap verdi.

"Kime?"

Sessiz kaldı. Oyalanmış olmak için bir oraya bir buraya bakıp göz temasından elinden geldiğince kaçınmaya çalışıyordu. O böyle çekingen davrandıkça, kim olduğunu söylememek, o kişinin ismini ağzına almamak için debelendikçe benim aklıma bir isim geliyordu. Daha doğrusu olası tek bir kişi vardı zaten.

"Rose'a?"

Kafasını salladı. 

Hiç komik değildi, biliyordum ama istemsiz küçük bir kahkaha çıktı dudaklarımın arasından. Ardından gülümsemem yüzümde yavaş yavaş soldu ve ciddileştim. "Çok yazık." dedim gözlerim zemine dalıp giderken. "Görünüşe göre Changkyun ve ben sevdiğimiz insanlar tarafından sevilmeyerek ortak bir kaderi paylaşıyoruz."

"Sevdiğin insan?" mırıldandı Jungook duyduğu şeye inanamıyormuş gibi. Bakışlarımı daldığım yerden çekip ona baktım. Yüzündeki hayal kırıklığı o kadar barizdi ki görmemek imkansızdı. Karnının ortasına sağlam bir yumruk yemiş de canı çok acımış gibi acı çeken bir ifadeyle bakıyordu bana. 

𝐶𝐿𝐴𝑆𝑅𝑂𝑂𝑀 𝐶𝐻𝐴𝑇Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin