98-Hatırlanmayan Günahlar

227 46 2
                                    

Sessizlik.

Acı yok. Çığlık yok. Sadece, ‘acaba öldüm mü ben,” diye sorduran kırılmaz bir sessizlik vardı. Bir saat içinde bu soruyu ikinci kez sorduran kadere de ne denirdi bilemiyordu artık.

Bahar gecesinin taze havası yüzüne çarpınca Miray gözlerini açtı. Kıç üstü yerde oturuyordu. Yine. Sağlam bir çanağı olduğu için şükretti.

“Bu ne saygısızlık!”

Saye bağırmamıştı. Gerek yoktu, sesindeki kızgınlık öyle yoğundu ki duyana bağırıyormuş gibi geliyordu.

“Ne yaptığını sanıyorsun Gece?”

“Hata yapmana mani oluyorum.”

“Öyle mi?” dedi küçümser bir edayla. İnsan formuna geri dönmüştü dönmesinde de hâlâ heybetli bir örümcekmiş hissi yayıyor, kıpır kıpır kıvrılan fed fecir arzuları ölümü ve işkenceyi gerçekliğe bürümek için yanıp tutuşuyordu.

Miray oturduğu yerde elinde olmadan biraz daha büzüldü. Gözlerini kadından çekemiyordu, iblisin hanımın öldürme arzusu öyle yoğundu ki sağduyusunun kıçına her an tekmeyi basıp boyun parçalamaya geri dönebilirdi. Bu sefer gerçekten ama gerçekten iblis yemeği olacağını sanmıştı.

“Bu kadar yeter.” Gece’nin kadife sesi bir kağıt kadar uysaldı, ama olur da keserse çok can yakacağı imalarıyla doluydu. “Artık kozlarımızı Adalet Heykelleri’nin altında paylaşacağız.”

“En başta olması gerektiği gibi,” diyerek kibirlendi Saye ve annelerin o çok sevdiği lafı sevgili kızından esirgemedi. “Ben sana demiştim.”

“Evet, demiştin.” Gözlerini kısarak baktı Gece. “Ve ben seni dinlemedim. İçimin acısı sözlerine kulak vermem için çok fazlaydı. Lakin sen benim toyluğuma düşme. Sözlerimi duy Saye. Seni hem kızın, hem de Meclisin Başkanı olarak uyarıyorum, Miray’ı almana izin vermiyorum.”

“Tabii tabii, hiç bana sormayın,” diye içine içine homurdandı Miray. “Ben kimim ki!”

Saye salınarak yürüyüp Gece’nin önünde durdu. Miray olduğu yerden kaçmamak için iradesinin her bir zerresini kullanıyordu. O zehirli dişleri çok yakından gördükten sonra kadınla arasında birkaç adım değil, mümkünse kilometreler olmasını yeğlerdi.

“Bir melez parçasını annenin sözüne yeğ mi tutuyorsun?” diye fısıldadı Saye. “Sırf senin hatırın için, melezin basitçe ölmesine izin verecektim.”

“Aman eksik olmayın yüce gönüllü Efendi Saye! Hep basitçe ölmek istemişimdir zaten!”

“Suçluysa cezasını çekecek,” dedi Gece.

Miray aklı karışmış bir halde kaşlarını çattı. Ne demek suçluysa?

Saye sonunda dayanamayıp patladı. “O melez parçası Nera’yı öldürdü! Sakın bana ‘dur’ demeye kalkma.”

Miray duyduğunun şokuyla Saye’ye bakakaldı. Öldürmek mi? Hayır, birilerini öldürdüğünü hatırlamıyordu.

Onun bu sudan çıkmış balık halini gören Saye tiksintiyle dudak büktü.

“Acınası bir masumiyetin ardına saklanacak kadar zavallısın çocuk. Onca kişiyi öldür, çocukları anasız babasız bırak, sevgilileri sevgisiz bırak sonra da hiçbir şey hatırlama. Ben yapmadım de çık işin içinden.”

Miray’ın zihninde Saye’nin arzularından bir görüntü patladı. Meclis Binası’nın parlak mermerlerini lekeleyen kızıl göllerin içinde, karaya vurmuş ölü balıklar gibi kıpırtısız onlarca beden yatıyor ve onların arasında bir kız şarkı söyleyerek yürüyordu. Bir kız… Miray!

Acı şaşkınlık, gümbürtüyle patlayan bir fişek gibiydi; bir an parlak renkleriyle donup kaldı, sonra solarak yerini dehşetin karanlığına bıraktı.

“Gerçek değil,” diye inledi Miray. Arzular sadece var olurlardı, gerçeklik denen şey arzuları ilgilendirmezdi. Saye sırf Miray’ı incitmek istediği için gösteriyordu bunları. Gerçek olamazlardı!

Örümcek Hanımı soğuk bir acımayla başını hafifçe yana eğdi. “Ben dostuma dost, düşmanıma düşman oldum. Peki, sen nesin? Nera’mı öldürdün, ellerin onun kanıyla kaplı ama onun katili değil misin? Senin zalimliğin en şeytan iblis de bile yok.”

Miray sarsılmış halde sessizce baktı. Birini öldürse kesinlikle hatırlardı.

‘Ama,’ dedi içindeki hain ses, ‘içten içe hatırlamadığın çok şey olduğunu gayet iyi biliyorsun.’

O an patlayan bir flaşın ışığı gözünü aldı. Düşüncelerinin dalgınlığından sıyrılıp Saye’nin arkasındaki olmayan duvarları fark etti.

Az önce içinde durduğu bina… artık yoktu. Ne duvarlar, ne kırık kapılar, ne tuvaletler, bebekler bile… Binadan geriye bir tek şu an üzerinde durduğu zemin kalmıştı ve Miray kendi şaşkınlığını sokakta toplaşanların yüzlerinde de görüyordu. Yok olan binanın bıraktığı boşluğun etrafında toplaşan meraklı kalabalık her saniye büyüyordu. Mırıldanıyorlar, fısıldaşıyorlar, yaklaşmaya çekinseler de bol bol fotoğraf çekiyorlardı. Yine gazetelere düşecek, yine haberlere konu olacak, hayatı didiklenip parça parça edilecekti.

Kalabalığın yarattığı sıcak korku, Saye’nin söylediği sözlerin dondurucu dehşetinde kısılıp kaldı. Midesi bulanmaya, eli ayağı titremeye başladı. Aldığı nefes ciğerlerine batıyordu.

Acıyla olduğu yerde daha da büzüldü ve en kötüsü cevherinin kontrolünü kaybettiğini hissediyordu. İnsanların daha fazla şey öğrenme arzularının çığ gibi artan uğultusu Saye’nin intikam dolu arzusunu yutmaya çalışıyor; görüntüler zihninde birbirinin üstüne yığılırken damağında acı ekşi tatlar patlıyordu.

Ezel’in cinayetler hayal ederken biraz ağrı kesici bulma umudu, baygın Gökdeniz’in kıpırdanmak isteyen kaslarının iniltisi, bir zombinin alev alev düşleri, tombul böcekler isteyen bir yarasa, oturmak isteyen bir ihtiyar, yağmuru dileyen bir iblis, en güzel fotoğrafı çekmek için uğraşan genç bir adam, biraz daha yaşamak isteyen bir karınca… arzular arzuların üstüne biniyor, görüntüler bir birine karışıyordu. Çok… çok fazla şey vardı. Karman çorman bir kaos. Kafatası patlayacak gibiydi.

Miray inleyerek dirseklerini dizlerine dayadı ve başını ellerinin arasına alarak avuçlarını şakaklarına bastırdı. O kadar şaşkın o kadar korkmuştu ki cevherini kontrol edemiyor, düşüncelerini bir türlü odaklayamıyordu. Gözlerini kapatmak işe yaramıyordu. Herkes, her şey susmalıydı! Bir anlığına bile olsa sadece susmalıydılar.

Gerçekle hayal birbirine karışırken çığlıklar atmaya başladı.

AY IŞIĞIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin