+twenty+

2.9K 95 50
                                    


+

Uyandım.

Hem de kan ter içinde.

Sıcaktı.

Ellerimi hareket ettiremedim. Her yanım uyuşmuş haldeydi.

Gözlerimi açmak istedim.

Oysa bedenim oldukça yorgundu.
Uzun sayılmayan bir süre sonunda kendime gelmeyi başardım.

Ellerimi kaldırarak gözlerimi ovuşturdum.
Etrafıma baktım.

Kelimenin tam anlamıyla dört duvar arasındaydım.
Bakımsız ve bir o kadar da havasız bir odadaydım.

Duvarların yer yer alçısı dökülmüş, tavanlarından aşağıya doğru küçük çatlaklar yol oluşturmuştu.

Zeminde hiçbir kaplama yoktu.
Sadece oturduğum yere küçük bir kilim konulmuş, onun dışında kalan yerler inşaa edildiği haliyle duruyordu.

Boyasız oda, insanın içini karartıyordu. Ellerim ve ayaklarım
,tıpkı gözlerimin olduğu gibi, bağlanmamıştı.

Uyuşmuş bacaklarımı zorlukla hareket ettirerek ayağa kalktım.
Odada ufak bir pencere vardı.

Ancak önü kartonlarla kapatılmıştı.
Dışarısı gözükmediği gibi, odanın içerisi de hava almıyordu.

Ayak ucumda minicik bir ısıtıcı da vardı.
Hepsi bir araya gelince içerisi hem havasız hem de oldukça sıcak oluyordu.

Pencerenin önüne ulaştığımda Kartonun pencerenin ön kısmına yerleştirildiğinden emin oldum.
Yani içeriden hareket ettirmem mümkün değildi.

Pencerelerin çok garip tercih edildiği açıktı. Hiçbir açma ya da kapama kolu bulunmuyordu.

Bunu anlayınca ellerimi, pencereye dayayıp ileri geri sallamaya başladım.

Amacım bir an önce serin havaya ulaşmaktı.

Pencereler her ne kadar eski ve dayanıksız görünse de, aslında öyle olmayacaklar ki yerlerinden oynamadılar.

Oda tam anlamıyla barınak gibiydi.

Ümitsiz şekilde odanın en az kendisi kadar eski olan kapısına ilerledim.

Buraya nasıl geldiğimi bilmiyordum.
Kaçırıldığımı düşünüyordum. Yaşadıklarım göz önüne alındığında muhtemelen tahminim doğruydu.

Asıl merak ettiğim beni kimin ne için kaçırıldığı değil, Adem'in bu olanlara nasıl tepki vereceğiydi.

Öylesine bir nedenle benimle evlenmiş olamazdı. Hala daha kendim, hayatım ve resmen kocam hakkında tam olarak bilgi sahibi olmuş değildim.

Karar verirken ve seçim yaparken neleri göz önünde bulundurmam gerektiğini, benim için neyin iyi neyin kötü olduğunu seçemiyor vaziyetteydim.

Neye inanmalıyım, kime güvenmeliyim?
Bütün bu düşünceler ve daha niceleri sürekli beynimde dönüp duruyordu.

Nihayet önünde durduğum kapı dikkatimi çektiğinde düşüncelerimi aklımdan uzaklaştırdım.

Kahverengi kaplaması tamamen denecek kadar soyulmuş olan bu kapı, iç malzemesini gözler önüne sererken ne kadar eski olduğunu da dışa vuruyordu.

Açılmayacağından emin bir şekilde elimi kapının koluna sardım.
Kolu aşağı doğru çektiğimde çok şaşıracağım bir şey oldu, ve kapı açıldı.

Oysa kaçırıldığımı ve hapsedildiğimi sanıyordum.

Bütün bunlar bir şaka olsa harika olurdu doğrusu.

Yine de tedbiri elden bırakmamak gerektiğini düşünerek, sessiz bir şekilde odadan çıktım.

Karşımda kısa bir koridor bulunuyordu.
Oda ile aynı koridorda bulunan iki kapı daha vardı.

İçerde beni gören kimse yoktu.
Bununla beraber içim bir nebze rahatlamıştı.
Ancak gördüğüm üç odadanın içinde birileri olabilirdi.
Yavaş ve sessizce en ortadaki bölüme doğru ilerledim.

Koridoru geçtikten sonra karşıma çok daha geniş ve büyük bir oda çıktı.
Burası evin ana salonu olmalıydı.

Dağınık ve özensiz yerleştirilmiş eşyalar bulunan bu salon, iki kanepe, bir masa, sandalyeler ve tablolardan oluşuyordu.

Masayla beraber olduğunu düşündüğüm sandalyeler odanın farklı yerlerine dağılmıştı.

Eski model masanın üzeri ise sayısız şişe, pizza kutuları ve çeşitli çöplerle doluydu.
En ortada ise kocaman tozlu bir vazo duruyordu.

Odanın merkezinde birbirine bakan iki kanepe vardı.
Kahverengi deri kanepeler yine yılların getirmiş olduğu eski bir görünüme sahiptiler.
Yine bakımsız kalmaktan ve ya dikkatsizlikten sağlı sollu yırtıklarla ve sigara yanıklarıyla doluydular.

Onun dışında odada mobilya namına bir şey olmadığı söylenebilirdi.

Duvarlardaki büyüklü küçüklü tablolar, ev sahibinin ve ya burada yaşayan kişilerin ne kadar zevksiz olduğunu kanıtlıyordu.

Uzun zamandır temizlenmediğini düşündüğüm bu odada daha fazla kalmak istemeyip bir an önce buradan kurtulmak için ilerideki çelik kapıya yöneldim.

Yine aynı şekilde kapının kolunu indirdim. Fakat bu sefer önceki kadar şanslı olmayacağım ki kapı açılmadı.

Kapının üst tarafındaki üçlü kilitleri de tek tek çevirdim. Fakat yine de kapıyı açmayı başaramadım.

Tam o çaresizlikle geri dönmeye karar vermiştim ki, arkamdan çok da yabancı olmayan bir ses yükseldi.

"Ne o? Yoksa bana merhaba demeden gidecek misin?"

Telaş ve korku sarmaşıkları ayak uçlarımdan başlayarak vücudumu ele geçirdi.

Ensemde namlunun soğuğunu hissettiğimde, sadece kalp atışlarımın sesini duyabiliyordum.

[]

Kendi ellerinin, karşısındaki adamın vücudunda bıraktığı izler nedense genç adama garip bir mutluluk veriyordu.

O görmese de karşıdan bakan biri, genç adamın suratındaki şeytani gülümsemeyi bir katilin hastalıklı zevkine benzetebilirdi.

Ancak genç adam, artık bütün bu saçmalıklara son verebilecek olmanın hayaliyle yanıp tutuşuyordu.

Beklemeden üzerideki gömleği çıkarıp bir kenara attı.
Önünde yığılmış halde duran bedeni ayağa kaldırdı.

Terli ve bir o kadar da yorgun vücuduna aldırmadan karşısındaki adama art arda dört tane yumruk daha savurdu.

Gerçekten olayların merkezinde ne olduğunu bilmese de, amaçlarından emindi.

Karşısında, hayatının belki de en büyük acılarını yaşattığı yaralı adam ve onun yanındakiler, sadece daha güçlü olmanın peşinde olan aptal hırs manyaklarıydı.

Bitap haldeki adam yediği yumrukların etkisiyle bayılmak üzereydi.

Son bir güçle,
"Bırak..."dedi.

"Söyleyeceğim."

Bunun üzerine, genç adam durdu.
Karşısındaki yaralı adamın iki yakasından tutup biraz doğrulttu.

"Konuş. Hedef ne?"dedi.

Ama yaralı adamın ağzından çıkan kelimeyle beyninden vurulmuşa döndü.

"Hedef, Deniz Özata."

+

Hoşçakalın.

@kadredelimltfn

.

Ben Senin Baban Değilim+18Onde histórias criam vida. Descubra agora