4. Bölüm

281 29 25
                                    


******
Ahşap sundurmayla gölgelendirilmiş kafenin yarı açık kısmına yerleştirilen masalara doğru alelacele ilerledim. Sağa-sola baktım belki onu görürüm diye. Fakat öylesine dikkat çekici bir fiziğe sahipti ki, çok geçmeden bulmuştum onu. Dar sokağa bakan masaların birine kurulmuş oturuyordu. Elinde kehribar taşlı bir tesbih, gözlerini örten siyah, oval bir güneş gözlüğü, üzerinde beyaz bir gömlek ve altında da mavi bir kot vardı.

"Sonunda gelebildin." dedi yanına vardığımda. Yerinden kalkma gereği duymamıştı ve oldukça sakindi. Sonra tesbihli eliyle karşısındaki sandalyeyi işaret etti. Durgun, bozulmaya müsait ifademi bozmadan oturdum.

"Ne içersin? Eğer karnın açsa bir şeyler de söyleyebiliriz."

Henüz bir şey yememiş olmama rağmen aç hissetmiyordum kendimi. Yaşadığım stresten dolayı olmalıydı midemdeki bu hareketsizlik. O yüzden, "Gerek yok." dedim ve gömleğimin bir düğmesini daha açtım. Hazer Han sayesinde kan ter içinde kalmıştım çünkü. "Bir çay söylesen yeter. Zaten fazla kalamayacağım."

"Neden?" diye sordu öne doğru hafif eğilerek. "Önemli bir işin mi var?"

"Hem işlerim var hem de akşama doğru spora gideceğim."

Güneş gözlüğünü çıkartıp beyaz gömleğinin yakasına asar asmaz vücudunu tamamen öne doğru meyletti ve düzenli spor hayatının olduğunu kanıtlayan güçlü kollarını masaya dayadı.

"Nasıl bir spormuş bu?"

"Yüzme ve klinik plates, biraz da fitness."

"Çocuk sporları yani." dedi sırıtarak. Aldırmadım.

"Siparişi versek mi artık?"

Sağ kaşının kenarında, onu belalı gösteren ustura çizgisi yok olur gibi oldu şaşırınca. Ama sahte bir şaşkınlıktı bu.

"Emredersin beyzadem."

Kafasını çevirip garsonlardan birine el işareti yaptığı sırada, ensesinden aşağıya doğru sıralanan üçgen şeklindeki küçük dövmeler görünür olmuştu. Havaya kaldırdığı parmak eklemlerinde ise farklı şekiller kazılıydı. Sol kolunun arka kısmında da vardı ilginç, minik bi' şeyler; ama ne olduklarını çözemedim. Sanki bedeni, henüz bitmemiş bir resmi barındıran koca, canlı bir tuvali andırıyordu.

"Dövmelerin güzelmiş." dedim istemsiz. Havaya kalkan eli indi, çenesindeki kirli sakalların arasında soluklanan parmakları bir ileri bir geri devinim kazandı. Boynundaki zincir kolye dikkatimi çekti bu defa. Gümüş olmalıydı. Ucunda da küçük bir çocuk ve çocuğun havaya kaldırdığı elinde uçmak üzere olan bir kuş figürü yer alıyordu.

"Sağ ol."

Dünkü gözü dönmüş şahıstan oldukça farklıydı karşımda sakince duran bu adam. Kırmızı çizgisine basmayacağımı düşündüğü için mi böyle davranıyordu yoksa? Bilemedim.

Garsonlardan biri masamıza gelirken telefonum çaldı, düşüncelerimden sıyrıldım. Fakat iyi ki cebimdeydi. Çünkü "aşkım" diye kaydettiğim Alya'ydı arayan. Yine de açarken ihtimam gösterme gereği duydum.

"Alo, canım."

"Efendim kanka."

Verdiğim yanıt şaşırtmış olmalıydı ki, bir müddet ses gelmedi karşı taraftan. Sipariş vermemi bekleyen Hazer Han'a bakarak, "Sadece çay." diye fısıldadım bu esnada.

ASİ BEYWhere stories live. Discover now