5. Bölüm

223 27 16
                                    


                                    ******
Güne nasıl başlarsan öyle devam eder, derler. Karmadan mı yoksa negatif enerji kuramlarından mı kaynaklandığı hakkında herhangi bir fikrim yok, ama doğru olduğu bir gerçek. Çünkü sabahleyin telefondan aldığım kötü haberin, gastroenteroloji bölümüne kadar sıçrayıp tohumlarını saçması çok kolay olmuştu. İlk olarak annemle babamın boşanacağını öğrendim, sonra evimde tesisat problemi patlak verdi, daha sonrasında da arabam yolda kaldı ve staj yaptığım üniversite hastanesine bayağı bi' geç kaldım. Hocadan işittiğim azar ise yaşadığım talihsizliklerin tuzu biberi olmuştu. Hem adama özür dilemekten ve bir daha olmayacak demekten başka ne söyleyebilirdim ki? Yaşadıklarımı bir bahane olarak görecekti kesin. O yüzden sessiz kalıp hatamı telafi edebilmek adına her türlü ayak işlerine koşturdum. Öğle arasında bile yemek yememe mani olacak bir iş muhakkak vardı. Önlüğümün cebindeki evden aldığım orta boy yeşil elmayla idare etmekse, bugünün tek ironisiydi sanırım. Ama yine de var gücümle dayanmaya çalıştım bu açlığa ve bu yorgunluğa.

Sonra hava kararmaya yüz tuttu. Beş dakika dahi dinlenemeyen bacaklarımın feryadına kulak verip, azat edildiğim ilk anda, hastanenin arka çıkışındaki banklardan birine attım kendimi. Birkaç metre ilerde, meşeden yapılma kamelyalar ve batmak üzere olan Güneş'in yerini almak için bekleyen elektrik direkleri vardı. Etraf sessiz ve sakindi. Uzandım. İyi hissedene dek gözlerimi kapatıp kaybolan enerjimi toplamayı umdum bomboş ve durmaksızın konuşan bir mideyle.

Acaba marketten hazır bir şeyler mi alsam, diye düşünürken; aklım annemgile takıldı tekrar. Yirmi dört senelik evliliklerini sona erdirmeleri büyük ve benim açımdan acı verici bir karardı. Son zamanlarda fazla konuşmadıklarını, fazla bir şey paylaşmadıklarını biliyordum; ama sorunun bu denli büyük olacağı aklımın ucundan bile geçmezdi.

Peki aralarındaki bu kritik meseleyi çözmek için onların yanına, Bursa'ya mı dönmem lazımdı şimdi? Hem de omuzlarıma binen tüm sorumlulukları bir kenara bırakarak...

Ağrıyan başımı ovuşturdum. Düşünmek ve tüm çabalara rağmen bir çözüm bulamamak, en büyük eziyet olacaktı şu halimle.

Derin bir nefes sonrası telefonum ansızın çaldı. Arayan Alya'ydı. Bitap halimi rafa kaldırmaya çalışıp yanıtlarken çağrıyı, bu eylemi gerçekleştirmenin neredeyse imkansız olduğunu düşündüm.

"Efendim aşkım."

"Çınar, neredesin şu an? Gün boyu senden haber alamadım."

"Hastanede çalışıyordum. Öğle arasında yemek yiyecek vaktim bile yoktu, o yüzden arayamadım seni. Kusura bakma."

Birkaç saniyelik sessizliğin ardından, "Anladım." dedi. Sesi yumuşamıştı. "Peki şimdi nerdesin?"

"Hastanenin arka çıkışındaki bir banka uzandım, dinleniyorum. Az sonra kalkar, eve giderim."

Boyu kısa başka bir sessizlik daha...

"Eğer zamanın varsa her zaman gittiğimiz o kafede buluşalım mı?"

Ayağa kalkacak hali kendimde bulabilseydim, onu kesinlikle görürdüm. Ama kemiklerim çatırdayacakmış; kaslarım, tendonlarından ayrılacakmış gibi hissediyordum.

"Canım cidden yorgunum. Başka zaman görüşelim, olur mu?"

Israr etmedi. "Tamam, bugünlük böyle olsun." dedi. Fakat bozulduğu sesinden anlaşılıyordu. Bir dahaki sefere gönlünü alırdım artık. "Eve dikkatli git. Varınca da haberdar et beni."

"Tamam, görüşürüz."

"Görüşürüz."

Telefonu kapatıp cebime yerleşirdikten sonra uzandığım banktan ağır ağır kalktım ve üniversiteye yakın taksi durağına doğru yürümeye koyuldum. Kaldırımda ilerlerken, uzun zamandır farklı gruplarda olduğumuz için göremediğim arkadaşım Uzay'a rastladım. Benim gibi onun da işi geç bitmişti anlaşılan. "Yüzünü gören cennetlikmiş." dedi sırıtarak. Sonra elini uzattı. Tokalaşırken beni kendine çekmesi ve sarılması alışılmadık bir şey değildi.

ASİ BEYWhere stories live. Discover now