14. BÖLÜM
Herkesin hayatında yerini dolduramadığı, ne olursa olsun kimseyi oraya yerleştiremediği birisi vardır ya hani. O kişi, ya da kişiler demeliyim belki de, öyle bir noktada yer alır ki arkanızda bıraktıklarınızın bir önemi olmaz. Çünkü bilirsiniz ki her başınız sıkıştığında omzunuzu oraya yaslayacaksınız. Her kaybolduğunuzda sizi ebeleyecek kişi o olacak. Bir arkadaştan daha yakın, belki bir sevgiliden de daha korumacıdır. Gözyaşlarınızı silmek istese de ağlayıp içinizi dökmenize izin verir ve sorunlarınızı sadece anlamak yerine çözüm üretir. Tartışsanız bile arkadaşlığınızın biteceğinden korkmazsınız, aksine aradaki bağlar asıl o zaman daha da çok güçlenir çünkü. Bir kelepçe gibi kenetlenirsiniz birbirinize. Kimsenin söylediklerine kulak asmazken onun dudaklarından dökülenler bir nasihat gibi ulaşır size. Asla yapmayacağım dediğiniz şeyleri bile o yaptırır belki. İşte Mustafa'nın hayatımdaki yeri tam da böyleydi. O sadece basit bir arkadaş değil, dostumdu, belki de abimdi.
Neredeyse bir aydır yüzünü görmüyor, sesini duymuyor, ondan haber alamıyordum. Oysa daha bugün ilk defa bir başkasına ondan bahsederken şimdi tam karşımda hatta kollarımın arasındaydı. Eğer bir rüyanın içindeysem uyanmak istemiyordum.
"Suratsız, sayende boğulacağım."
İşte yine o çok sinir olduğum sesleniş şekli. Rüya değildi, gerçekti.
Kollarının arasından çıkıp geri çekildiğimde ona baktım. O yetimhanedeki çocuğu aradım ama yoktu. Bambaşka biri duruyordu sanki. Saçları uzamıştı ve üstü de oldukça düzenliydi. Pek Mustafa gibi durmuyordu. Dayanamayıp bir kez daha boynuna atlarken neredeyse ikimizi de yere düşürüyordum.
"Tamam, kızım yeter," diye mızmızlansa da geri çekmedim kollarımı.
"Bırak hasret gidereyim be oğlum," dediğimde dirseklerimden tutarak beni uzaklaştırdı. Gözlerimin içi yanarken burnumu çekerek, "Çok özlemişim be salak," diye mırıldandım titreyen sesimle. Ağlayabilirdim, sakıncası yoktu çünkü bu kez mutluluktan olacaktı.
"Hiç muslukları açayım deme suratsız. Bozuşuruz yoksa."
İşaret parmağını bana doğrulttuğunda boğazımı temizleyerek göz pınarlarımı sildim ve akacak olan diğer akıntıyı bastırmaya çalıştım.
"Nerede kalıyorsun? Ne yapıyorsun? Buraya nasıl geldin?"
Heyecanla her bir ayrıntıyı bilmek için can atarken demir kapıya yaslanarak ellerini pantolonunun cebine yerleştirdi.
"Sana ailemi bulduğumu söylemiştim."
Bunu zaten biliyordum. Yetimhanedeki son günlerimizde okula gitmek yerine bu meselenin peşine düşmüştü.
"Artık babamla İstanbul'da yaşıyorum." İstanbul mu? Hani şu gitmeyi hayal ettiğim şehirden mi bahsediyordu? Bu haksızlıktı! Üstelik bir ailesi vardı. Ona ait, gerçek bir ailesi.
"Bu harika ama nasıl başardın? Nasıl buldun babanı? Ayrıca ne kadar süredir onunla kalıyorsun?"
Merakım sıraya dizilmiş sorularla kendini belli ederken, Mustafa'nın suratında bir şeylerin ters gittiğini belirten bir ifade belirdi ama kaçışı yoktu. Bana her şeyi anlatacaktı.
"Üç haftadır," diyerek ilk olarak son sorumu cevapladığında, kendime hâkim olamayıp koluna bir yumruk geçirdim. Üç hafta mı? Yani Mustafa, biz gider gitmez yetimhaneyi terk mi etmişti? Ve bunca zaman boyunca babasıyla birlikteyken hiç aklına gelmemiş miydik?
"Elin de hâlâ ağır be kızım! Bir dur, bir sakinleş," diye solurken vurduğum tarafı sıvazlıyordu. "Ayrıca bana hiç öyle kaşlarını çatarak bakma. Sen de beni hiç arayıp sormadın. Tabii konumuz bu ise."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KUTUP YILDIZI 1
Teen FictionKUTUP YILDIZI SERİSİNİN İLK KİTABI 'KUTUP YILDIZI 1 YENİDEN WATTPAD'DE SİZLERLE!