65. Bölüm

10 1 0
                                    

Titreyen ellerini aralık olan duvara koyduğunda derin bir nefes aldı. Mağaradan gelen soğuk havayı yüzünde hissediyor, küf kokusunu alabiliyordu. Hoş, soğuğun keskin kokusu da fazlasıyla belirgindi fakat bu kokuyu nasıl tanımlayacağı hakkında bir fikri yoktu.

Zihninde binlerce görüntü, algılayamadığı onlarca ses vardı. Bir dağın eteğinde kıpırdamadan duruyordu. Etrafı sıra sıra dizilen mağara duvarlarıyla, sık ağaçlarla kaplıydı. Kardeşlerinin yanından ayrılmış, yalnız kalabileceği bir yere gelmişti. Uzun zaman önce sürekli yaptığı bir olayı tekrarlıyordu sadece.

Usulca aralık olan duvardan eğilerek geçti. Bir an havada beyaz izler gördüğünü sandı. İçerisi buz gibiydi. Mağaradan çok bir odayı andırıyor, eski bir depoda bulunuyormuş hissi veriyordu. Koyu duvarlarda belirsiz çizimler, kazılmış yazılar vardı.

Birkaç adım atarak ellerini duvarda gezdirdiğinde bir çıkıntı bularak üzerine baskı uyguladı. Mağara biraz daha aydınlanırken tavanda asılı duran lamba rüzgarla birlikte sağa sola hareket etti. İçerisi daha da netleşti, zihnini saran görüntüler anılara bulandı.

Birkaç adım daha attı. Eskimiş koltuklara baktı. Sadece üç tane tekli koltuk vardı. Daha çok taştan oyulmuş oturakları andırıyordu. Kız kardeşiyle burada oturur babasını izlerlerdi. Koltukların önünde düz, taştan bir masa vardı. Üzerinde neredeyse taşa yapışmış birkaç harita bulunuyor, masanın ucundaki tabloya gölge oluyordu.

Eli istemsiz tabloya kaydığında aile fotoğrafına baktı hüzünle. Kaybedişleri kaldıramıyordu. Üstelik onlarca sırrın arkasında bırakılmasıyla baş etmek zorundaydı.

"Başka kardeşlerim varmış," diye fısıldadı Afra. Fotoğrafı eline alarak koltuklardan birine oturdu. Boğazındaki düğüm gittikçe kuvvetleniyor, nefesini kesiyordu. Söylemek istediği binlerce şey vardı fakat dudaklarını aralayıp tek söz edemiyordu.

Başını fotoğraflardan kaldırarak duvara baktığında kırık bir aynayla yüz yüze geldi. Dalgalı saçları omuzlarına dağılmış, gözlerinde belirgin bir hiçlik yer edinmişti. Burnu hafif kızarmış, yanakları al al olmuştu. Üzerindeki siyah kazak bedenine oturuyor, koyu renk pantolonuna eşlik ediyordu. İçeriye dolan rüzgâr saçlarını savuruyor, her defasında yüzüne daha hızlı çarpıyordu.

Aynanın kırığı yüzünün yarısını hiçe sayıyordu sanki. İstemsiz aklına Cemre'nin yüzündeki belli belirsiz olan yara izi geldi. Bir başka kardeşinin yüzü aynanın kendisiydi. Paramparçaydı. Öfkelendikçe cam kırıklarına dönüşüyordu.

"Bizden nefret ediyorlar," yorgun bakışlarını tekrar fotoğrafa çevirdi. Daha fazla aynaya bakamadı. "Kardeşlerimizle daha yeni karşılaştık baba." Son kelimeden sonra sustu. Gözlerinin dolduğunu hayal etti. Eli yumruk halini alırken yutkundu. "Gerçi, bir başkasının kızıymışız." Dudaklarını birbirine bastırırken öfkeyle yerinden kalktı. Birkaç saniye sonra tablonun aynayı paramparça ettiğini gördü. Mağaranın zeminini binlerce cam kırığı sardı. Bazıları koltuklara saplandı. "Nasıl olabilir? Nasıl bir oyun bu!"

Yere oturarak sırtını duvara yasladığında düşünmemeye çalıştı. Zihnindeki seslerin ağırlığı altında ezildi. Rüzgârın acı çığlığını duydu. Kardeşinin gözlerindeki hayal kırıklığı içine işledi. Hiçbir şey yapamadı. Belki de yaşadığı en kötü anlardan biriydi. Hoş, insanın en zoruna giden çaresiz kalışlarıydı. Bir kere daha çaresiz bırakılmıştı.

"Ne yapacağımı bilmiyorum," dediğinde nefesini seslice dışına verdi. "Çok çaresizim. Bağıra bağıra ağlamak istiyorum biliyor musun? Ama bir türlü yapamıyorum. Elimden hiçbir şey gelmiyor." Titreyen ellerini kaldırdığında boş bakışlarla süzdü. Tüm gücü alınıyormuş gibi hissediyordu. Sanki parmak uçlarından sızan bir duman vardı ve tamamen bittiğinde her şey sona erecekti.

AFRAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin