39. BÖLÜM

155 16 3
                                    


Kristaller yeryüzüne süzülürken, gittikçe artan hızları sesleri yutarak sükûnete hapsediyordu. Evlerin üzerini saran beyazlık gittikçe artmış, hava gece saatlere nazaran biraz ısınmıştı. Bu karın sayesinde miydi yoksa bacalardan tüten dumanın etkisinden mi bilinmezdi ama bir şekilde işlerine geliyordu.

Evden çıktıklarında çok daha iyi hissediyorlardı. Geceden kalma donma ve açlık bitmiş, yerini karın içinde gömülen bedenleri almıştı.

Ilgın dışarıya çıkar çıkmaz önceki ruh haline bulanmıştı. Sanki etrafındaki gözler tekrar açılmıştı ve direkt kendisine bakıyordu. Sadece tanıdık değillerdi.

Bu şehir de tanıdık değildi ama sanki daha önce burada bulunmuş gibi hissediyordu. Karın içinde kalan bedeni bu soğukluğu tanıyordu. Bahsettiği karın soğukluğu değildi elbet. Düşününce her yerde soğukluğu benzer nitelikteydi fakat bu bedeninin küçülüp karın içinde kalması gibiydi.

Burnuna kadar ulaşan beyazlığın son bir zerresinden bakıyor da tanıdık bir yüz görüyormuş hissine kapılıyordu. Neyse ki şimdi kar dizlerinin altındaydı.

Afra ellerini kendisine –ayrıca ikizine- verilen yün ceketinin cebine sokmuş, dalgın dalgın ilerliyordu. Ara ara etrafına bakıyor, beyazlığın altında kalan evleri görmeye çalışıyordu. O evlerin içinden yankılanan sesler öylesine tanıdıktı ki. Beyazlığın altına binlerce renk karmaşasını taşırıyordu. O renkleri görebiliyordu. Sesleri de duyabiliyordu ki bu saatin ilerlediğini gösteriyordu.

Sabah saatlerini çoktan geçmişlerdi. Geçtikleri sokaklarda nadiren insan görüyor, çıktıkları yokuşlarda ayaklarını soba dumanı sarıyordu. Evlerin yokuşun altında kalması önce garibine gitti fakat sorgulamadı. Eğer ev sahiplerinin düşmanı yoksa rahat olurlardı. Ne de olsa binlerce ayak sesleri hemen üstlerinde yankılanacaktı. Tabii bu apartman dairelerinde veya şehirde sıkça rastlanan sitelerde olmayacak diye bir şey yoktu. Bin tane dostsun olsa az, bir düşmanın olsa çok diye boşa dememişlerdi.

Bunu yaşamasa belki tam anlamıyla bilemezdi ama yaşamıştı. Hem de defalarca.

"Afra eldivenin var mı?" Tekin'in sorusuyla ona baktığında adımlarını yavaşlattığını gördü. Yaklaşık yarım dakika önce grubun en önünde yer alıyordu.

"Hayret adımı karıştırmadın," dediğinde bir yandan dün gece cebine kattığı eldivenleri çıkartmaya başladı.

"Siyah yün ceketli; sevgili kardeşin Arya ve sen de beyaz yün ceketli..." Eldivenlerin birini alıp eline giydi. "Aslında ceket renkleri karakterlere zıt ama önemli değil."

"Ceketi de alabiliyor muyuz?" Çetin Tekin'in hemen arkasında durdu.

"Saçlarımı da keseyim mi? Kulaklarınızı kapatırsınız, üşümezler."

"Sadece şakaydı," dediğinde güldü Çetin. Ardından elindeki karı Tekin'in ensesinden aşağıya bıraktı. Bu kadar çabuk tepki beklemiyordu fakat Tekin elini öyle bir sırtına vurdu ki içindeki kar tenini yaktı.

"Lan Çetin!" derken kıyafetini tutmaya devam ediyordu.

Afra aralarından geçip öne gidecekken Yiğit'i gördü. Elindeki kartopu ile hemen Çetin'in arkasında durmuş Tekin'e bakıyordu. Çetin'in farkında olmadığı yüzündeki sırıtıştan belliydi. Öyle zevk alıyordu ki kuzenini izlemekten koşup gitmek aklına bile gelmemişti. Yiğit'i arkasında olduğunu anca sırtına giren soğukluktan anladı. Ve o anda yüzündeki sırıtış aniden solarak yerini öfkeye bıraktı. Bir yandan sırtındaki karı çıkarmaya çalışıyor bir yandan Yiğit'e laf ediyordu. Bu duruşunuzu dakikalar boyunca bozacak bir hareketti.

AFRAWhere stories live. Discover now