28. BÖLÜM

388 74 126
                                    


Tünelin uğultusu yerini rüzgârın sesine bıraktığında, ayağının altındaki dal parçası kırıldı. Uzun zamandır gözlerini bulunduğu konumda gezdiriyor, yeşilin gözlerini dinlendirmesini umuyordu. Göğsü normal bir şekilde inip kalkıyor ara ara iç geçiriyordu.

Bir dağın eteğindeydiler. Rüzgâr saçlarını dağıtıyor, bedenlerine teğet geçiyordu. Hoş bir müzik yankılanıyordu. Sanki her dağın bitişinde biri çeşitli ezgiler çalıyor, ruha hitap ediyordu.

Bir yerden ney sesi duyuluyordu. Başka biri yan flüt çalıyor, tüm sesler birbirine karışıyordu. Müzik sesleriyle birlikte uzaklara uzun uzun bakıyor, ecel oluyordu kendisine. Belki de uzun zamandır fırsat bulamamıştı düşünmeye.

O an, sadece kısa bir zaman diliminde farklı hissetmişti. Her daim zihnini meşgul eden düşünceler bir süreliğine kaybolmuş şimdi yeniden yerini bulmuştu. İçindeki duygu seli büyük bir fırtınayı andırıyordu.

Dağın aşağısında büyük bir kasaba vardı. Belli kısımlarda yemekler pişiyor, belli kısımlarda insanlar eğlenceye dalıyordu. İçinde bir yerde, bir evde veya bir dağın eteğinde bulacakmış gibi hissediyordu. Ailesi sanki buradaydı. Sebebini bilmiyordu ama öyle hissediyordu. El değmemiş yokluğu burada saklıydı.

"Haydi," dediğinde Afra'ya baktı bir anlığına. Arkasında kalan kısımda dağların arasından su birikintisi geçiyor, yeni çıkmaya başlayan bitkiler yeşeriyordu. Bu ona ormanın içinden geçen su birikintisini hatırlattı. Bir anlığına gölgeleri düşündü. Aklı yeniden kristallerde beliren görüntülere gitti. "Düşünmen gereken geçmiş değil, gelecek."

"Bu arada," dediğinde kasabada yemeklerin yapıldığı kısma baktı Afra. "Seninkiler her zamanki yerinde."

Ilgın ileriye baktığında kuzenleri gördü. "Gidelim." Afra'yı beklemeden dağın yamacından inmeye başladı. Küçükken dağa çıkmayı severdi. Ara ara en yüksek yamaca çıkar kendi başına otururdu. O an sanki tüm doğa kendisini dinliyormuş gibi hisseder, uzun zaman boyunca orada kalırdı.

Büyük bir taşa bastığında önüne düşen saçından kurtulmak için başını kaldırdı. O anda gördü. Dağların arasında bir tilki her an saldıracakmış gibi kendisine bakıyordu. Başındaki tüylerin bir kısmı ateş rengindeydi. Diğer taraflar çeşit çeşit renkle kaplanmış hoş bir görüntü ortaya çıkarmıştı. Eğer kendisine ölümcül bakışlar göndermeseydi sevimli olduğunu söyleyebilirdi.

"Hızlı ol." Afra'nın seslenmesine rağmen gözlerini tilkiden ayırmadı. Bakışlarındaki ifadeden bir an koşarak üzerlerine atladığını düşündü ama bu olmadı. Aksine dağın altından akan su birikintisinden içmeye başladı.

Ayakları zemine değdiğinde derin bir nefes aldı. Müzik sesleri daha yakından gelmeye başlamıştı. Etrafında küçük çocuklar birbirlerinin üzerine boya döküyor, etrafta koşuşturuyordu. Kıyafetin bir tarafı kırmızıya boyanmış, diğer tarafının ucu kirlenmişti.

Aldırmadan yemeklerin oraya doğru ilerlediklerinde Tekin'in sesini duydular.

"Fare ölüsü falan yok bak değil mi?" dediğinde adam sinirle "Yok!" dedi. Uzun zamandır bir tezgâhın önüne kurulmuş adama bir şeyler soruyordu. Adamın başındaki Çin şapkası ara ara gözüne kayıyor, alnında biriken tere gölge oluyordu. Üzerindeki bol kıyafetlere rağmen cüsseli duruyor, her an saldıracakmış gibi bakıyordu.

"Nasıl yok! Çin yemeklerinde olduğu söyleniyor. Akrep, yılan pişirip servis de ediyormuşsunuz. Ayıp değil mi kardeşim?"

Adam gözlerini birkaç saniye kapatıp derin bir nefes aldı. Yaklaşık yarım saattir kuzenlere laf anlatmaya çalışıyordu.

AFRAWhere stories live. Discover now