19. BÖLÜM - AY IŞIĞI MUCİZESİ

1.9K 167 14
                                    

Hayat acımasızca savuruyordu yumruklarını. Aldığım her darbede iki büklüm oluyordum ve tamam diyordum. Daha da ayağa kalkamam. İki yıllık yaşamımda bir insanın ömrü hayatında yaşayıp yaşayabileceği şeylerin belki de kat be kat fazlasını yaşamıştım. Kim olduğumu bilmeden geçirmiştim zamanımı. Ne yapacağımı, sonumun ne olacağını bilmeden bir hayvan gibi yaşamıştım. Katil olmanın eşiğine gelmiş, aylarca yalnızlıkla cezalandırmıştım kendimi. Şimdiyse bileklerimde zincirler vardı. Makus kaderim bir yumruk daha savurmuştu. Geçen her saniye nefes alışverişlerim hızlanırken benliğimin karanlığa gömülüp gömülmeyeceğini merak ediyordum. İradem çöp mü olacaktı yoksa benimle mi kalacaktı? İşte asıl soru buydu ve ben bu kez de bununla yüz yüzeydim.

"Korkma. Sabah olunca her şey iyi oluyor." dedi Mert. Öyle bir bakıyordu ki acı pare pare işliyordu ruhuma.

Sabah olunca her şey iyi oluyor.

Tutunduğu tek dal buydu işte. Güneşe sığınıyor, dolunayın ışığından kaçıyordu. Nitekim onunla aynı şeyi yaşayıp yaşamayacağımı bilmiyordum.

Sabah olunca her şey iyi oluyor.

Olur muydu sahiden? Onun gibi, babam gibi ve ailemdeki diğer lanetliler gibi alışır mıydım bu duruma? Peki ya sonra en olacaktı?

"Sakin ol, iyi olacaksın." diye mırıldandı babam. Hepimiz bu zincirlere hapsolmuştuk. Boğazımız, kollarımız, bacaklarımız ve bedenimizin her yanı bu zincirlerin esiriydi. Bir tek prangamız eksikti.

Başımı salladım ve bekledim. Gözlerimi kapatıp başımı arkamdaki duvara yaslarken mırıldandım.

"Her şey iyi olacak."

*

On Saat Önce...

Salondaki koltukta uyumuştum gece. Esasında hepimiz koltuklara yayılmıştık. Bütün gece Demir'e bu dünyayı anlatmıştık. Hoş, ben bile tam olarak bilmiyordum ya. Ben de bir şeyler öğrenmiş, akıllı telefonu gördüğünde onu duvara fırlatan Demir'in üzerine atlayan Miraç'ı zar zor zapt etmiştim. Neyse ki çok geçmeden sakinleşmişti de evim savaş alanına dönmemişti.

Daha çok Miraç'ın konuşmasıyla devam etmişti sohbet. Bir süre sonra susması için yalvaracak kıvama gelmiştim ama anlattıkları normal dünyada işime yarayacağı için ses etmemiştim. Sonrasında film izlemiştik. İzlediğimiz filmin bilim kurgu olması sebebiyle Demir pek çok soru sormuştu. Uzay gemilerinin nasıl uçtuğunu, hiç uzay gemisine binip binmediğimizi, uzayda insanların nasıl nefes aldığını... Pek çok soru ardı ardına gelmişti ve bu soruların neredeyse hepsi ilk bilim kurgu filmi izleyişimde aileme sorduğum sorulardı. Bu yüzden memnuniyetle cevaplamıştım onu.

Aslında Demir'in durumu daha fazla irdelemesini, daha büyük bir tepki vermesini beklemiştim fakat o gayet sakindi. Çabuk adapte olmuştu ve bu iyi bir şeydi. Zira yaşadığımız dünya hızla değişiyor, gelişiyordu. Adapte olamayanlar ise bir şekilde geçmişe saplanıp kalıyordu.

Koltuktan kalktım. Hala daha iki ayak üzerinde yürürken zorlansamda gittikçe daha iyi oluyordum bu konuda. Demir ve Miraç uyuyordu. Miraç'ın uyku biçimi dağınıktı. Ayaklarından biri koltuğun başındayken diğeri onun üzerindeydi. Bir insan uyurken nasıl bacak bacak üstüne atabilirdi? Kolları Demir'in kafasını yakalamıştı.

Demir ise tam tersiydi. Üzerindeki örtü bile milim kıpırdamıyordu. Adamı ormana bıraksak ve birileri bulsa öldü diyip gömebilecekleri kadar hareketsiz yatıyordu.

Banyoya gidip elimi yüzümü yıkadım. Sonrasında yeniden salona döndüm. Bıraktığım gibi uyuyan ikiliye baktım. Miraç'ın dudakları arasından bir horlama kaçtığında güldüm. Gerçekten içine ayı kaçmış gibi horluyordu. Mutfağa gittim. Midemden yükselen guruldamayı bir şekilde susturmam gerekiyordu. Miraç'ın içine ayı benimkine kurbağa kaçmıştı çünkü. Buzdolabından kahvaltılıkları çıkartıp masaya dizdim. Henüz bir şeyler pişirmeyi bilmiyordum. Ellerim yeni doğmuş bir çocuğunki gibi hareket ediyordu neredeyse. Basit kavrama hareketlerini yapabiliyordum fakat kalem tutmak gibi beceri gerektiren şeylerde ustalaşmamıştım. Zamanla onu da oturtacaktım ama o zamana kadar basit hareketlerle idare etmek durumundaydım.

DOLUNAY ||Tamamlandı||Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin