3. BÖLÜM

419 68 13
                                    

Evdeki sessizlik kulaklarımı sağır ediyordu. Dayanamayıp mutfağa girdim ve bardak aramaya koyuldum. Denizlerdeydim. Bardağı bulduktan sonra masadaki sürahiden su doldurdum. Evdeki sessizlik yüzünden bardağı doldururken çıkan o şırıltının salondan duyulduğuna emindim. Gidip koltuğa oturdum. Irmağın yanına. Yüzüne baktığımda ağladığını gördüm. Sessizce. Yüzünü bana çevirdim. ''Irmak.'' Sesim o kadar ince çıkmıştı ki ben bile zor duymuştum. Gözlerim doluyordu. Yine. Gözlerimi kapattım ve yaşları geri gönderdim. Sonra derin bir nefes alıp ''Ağlama. Lütfen. '' diyebildim çünkü o ağlarsa gözyaşlarımı tutamayacaktım. Ağlamak için yer arıyordum. Gözyaşları daha da arttı. ''Ağlama mı diyorsun? Cidden mi? Bumu yani? Abim bir veda bile etmeden gitti. Sen karşıma geçmiş ağlama diyorsun? Daha düzgün bir teselli bulsaydın bari. Söylesene neden ağlama diyorsun? Sen de ağlıyordun. Abim ö-l-d-ü. Abim gitti. Abim... Abim bitti. Abim. O. Gitti ve bir daha geri dönmeyecek. Bir daha sarılamayacağım. Bir daha kavga edemeyeceğim. Bir daha onu sinirlendirdiğimde beni gıdıklamayacak. Ve en önemlisi. Ben ağlarken bana sarılıp 'Ağlayınca domuza benziyorsun' diyerek beni güldürmeyecek anlıyor musun? '' Dedi ve sol elini sol göğsüne koydu ve devam etti. '' Abim buradaki kahrolası cehennemi kısa bir süreliğine cennet yapan tek kişiydi.'' Dedi. Birkaç damla gözyaşı gözümden süzülürken pijamamın cebinden telefonu çıkardım ve Ege'nin bana yazdığı mesajı seslice okudum. Okurken ağlıyordum. Ama okumaya devam ettim. Bittiğinde Emel teyzeyi öptüm sıkıca sarıldım. Sonra Irmağı öptüm ve sarılırken ''Ağlayınca domuza benziyorsun'' dedim. Gülümsediğini hissedebiliyordum. Sarılmamız bittiğinde saçlarını karıştırdım. ''Yeni abine merhaba de '' dedim ve banyoya gittim. Yüzümü yıkadım. Böyle milleti güldürmeye çalıştığıma bakmayın. Yalnızca onları üzmek istemiyordum. Bir ağlama daha duymak istemiyordum. Paramparça olmuş tüm hücrelerimin sanki çatlamış gibi milyonlarca kez paramparça olmasını istemiyordum. Dayanabileceğimi sanmıyordum.

♫♪♫♪♫♫♪♪

Irmak'ın ısrarlarıyla mezarlığa Irmakla geldik. Emel teyze Deniz'in odasını kilitlemişti ve nedenini 'oğlumun kokusu burnuma geldikçe ağlıyorum' olarak söylemişti. Benimse o odaya girmem gerekiyordu. O kızı bulacaktım. Bu kendime verdiğim bir sözdü. O kızı bulacaktım. Bu kardeşimin vasiyetiydi. Bunu yapacaktım. Bir anda Irmak'a döndüm ve ''Yardımın gerek'' dedim. Bana şaşıran gözlerle baktı ve ''Ne için ?'' Derin bir nefes aldım. '' Deniz'in odasına girip o kız hakkında bir şeyler aramalıyım. Onu bulmam gerek.'' Dedim. Biraz düşündü. Sonra '' Tamam. Galiba bu durumda benden anahtar isteyeceksin. Oldu bil.'' Dedi. Ona sarıldım. ''Teşekkürler. Sana kapının önündeyken mesaj atarım. Şimdi hadi Denizi görelim.'' Irmakla mezarı başında biraz durduktan sonra Irmak'ı yalnız bırakmak için mezarları biraz dolandım ve Irmak'ın yanına geri döndüm. Toprakta bağdaş kurmuş, kafasını gökyüzüne çevirmiş, gözlerini kapatmıştı. Hafifçe öksürdüm. Gözlerini yavaşça açtı ve bana döndü. Abisinin mezar taşına öpücük kondurdu ve ''Seni seviyorum'' diyip ayağa kalktı. Beraber Denizlere kadar yürüdük ve Irmak'ı eve bıraktım. Sonra yavaşça eve yürüdüm. Annemi bir haftalığına anneannemlere göndermiştim. Eve girip kendimi yatağa attım ama arka cebimdeki bir şey beni rahatsız ediyordu. Elimi arka cebime attım ve elime gelen yuvarlak, pürüzlü şeyin misket olduğunu fark edince yüzümde acı bir gülümsemeyle misketi alıp işaret ve başparmağım arasında ileri geri hareket ettirdim. Çocukken herkesin cam misketleri olurdu. Onlarla oynardık sürekli. Deniz'in dedesi tahtadan misket yapmayı öğretmişti. Denizde ilk misketini bana vermişti. Bütün misketlerden hızlı giderdi. Kendimi toparlayıp duş aldım. Duştan çıktığımda saate baktım 1'i 15 geçiyordu. Üstüme bir şeyler giyip dışarı çıktım ve Denizlerin evine geldiğimde Irmak'a mesaj attım

Kime: Irmağk

Geldim. Kapıyı yavaşça aç.

Çok beklemeden kapı açıldı ve olabildiğince sessiz içeri girip Denizin odasının kapısına kadar geldim Irmak etrafı kolluyordu bana verdiği anahtarı ses çıkarmadan çevirdim ve açtım. Irmakta benimle girdi ama abisinin bir tişörtünü alıp odaya kısaca bakıp yüzünde buruk bir gülümsemeyle kapıyı hafif açık bırakacak şekilde kapattı. Cep telefonumun el fenerini açtım. Odaya baktım. O kız hakkında bir ipucu arıyordum. Oda gayet sadeydi. Kapıyı açında solunuzda kalan yatak yanında küçük bir komodin karşı tarafta gardırop kütüphane ve çalışma masası. Ama odanın bütün bu sade ve rutin görüntüsünü bozan yatağın ayakucuna bitişik olan bembeyaz bir tek kapılı gardolap dikkatimi çekti. Önce çalışma masasına bakındım ve orada çerçevelenmiş çocukluk fotoğrafımızı buldum. İkimizde gülmüştük. Ben ona kolumu atmıştım o da ellerini zafer işareti yapmış ekrana bakıyordu. Baya mutlu görünüyorduk. O gün ilk maç kazandığımız gündü. Evden gelen tıkırtılarla geçmişten koptum ve odayı daha sessiz ve hızlı incelemeye başladım. Ders kitapları, kitaplar, kıyafetler, hoparlör, karışmış kulaklıklar normal eşyalardı. Tam hayal kırıklığıyla odadan çıkacaktım ki beyaz dolaba bakmadığım aklıma geldi. Hızlıca döndüm ve dolaba geldim. Derin bir nefes alarak dolabı açtım. YOK ARTIK!!! Tekli gardolap ağzına kadar resim doluydu! Ve hepsi o kızın resimleriydi!! Yok devenin pateni!!!!

EGE DENİZİWhere stories live. Discover now