1; beni görmeni sağlayacağım.

849 106 119
                                    

"Yoksulum, kimsesiz, ufak tefek, gösterişsizim diye duygusuz, ruhsuz muyum sanıyorsunuz?"

19 Ekim Perşembe.

Sabahın körüydü. Ciddi söylüyorum ki tam olarak sabahın körüydü. Kahvaltı yapıyorduk ve ben birazdan okuluma gidecektim. O adamı görmemin üzerinden henüz daha iki gün bile geçmemişken yüzünü hafifçe unutmuş gibiydim. Bundan hiç hoşlanmadım. Odamdan çalan şarkı aşağı kattaki mutfağa etki etmiyordu. Yine lanet ettim o bozuk hoparlörlerime.

Bir itirafta bulunmak gerekirse hayatımda yaşamak istediğim ama yaşamak için ömrümün kısa olduğunu düşündüğüm bir çok şey vardı. Sanat tarihi okumak gibi sakin ama okyanusta 20 gün bir dalış yapmak kadar kaçık fikirlerim beynimin iki lobunda ayrılıyordu. Sanat tarihi hakkında kesin miydim, evet burası tartışılırdı ama kesinlik belirtmem gerekirse dalma fikrine sıcak bakıyordum.

Beynimin ne kadar karışık mekanizma olduğunun farkındaydım ve bunu durdurmak benim için zordu. Kişiliğim binlerce altere ayrılmışken bir CIP hastası gibi bir şeyleri de fark edemiyordum. Zihnimin lanet bir hastalığı bulunması gibi.

Hayır, hayır belirli bir hastalığım yoktu. Bipolar değildim, şizofren değildim ya da kronik depresyonda da sahip değildim ama hastaydım işte. Zihnim iğrenç bir hastaydı.

"Jungkook!" uyarı nitelendiren ses tonu bakışlarımı anneme çevirmeme sebep oldu. Aynı anda beynim nasıl bir tepki vereceğini kestiremez bir şekilde bütün algılarını anneme açtı. Yumuşak ama bir o kadar da keskin olan bakışları üzerimde dururken gözlerini benden çekip gövdeme indirdi. Üzerimdeki turuncu renkli tişörte baktı. "Soğuk olduğunun farkında mısın?" başımı salladım iki yana.

"Anne Ekim ayındayız ve gerçekten bu sıralar Busan da havalar çok güzel."

"Salaklaşma Jungkook. Hava 10 derece." omzumu silktim sanki annemi susturabilecekmişim gibi. Salak demedi mi bana, salaktım işte ne uğraşacaktım. Gözlerini sinirle açıp kapatsa da bana bir şey demeden önündeki yarı pişmiş yarı pişmemiş yumurtasını yemeye devam etti.

"Dertleşelim mi biraz hm?" sessizliğimizi bozan sözleriyle sakin bakışlarımı üzerine çıkardım. Annem şirin bir kadındı, beni elinden geldiğince iyi yetiştirmeye çalışıyordu ama biraz geç kalmıştı sanki. Küçüklüğümden beri çalışan ve her zaman işine önem veren biri olmuştu. Hemşire olmasına rağmen hiçbir zaman gözü fazla şeylerde olmamış elindekilerle yetinmişti. Ama evlat yetiştirmekten kastının sadece karın doyurmak ve ihtiyaç karşılamak falan olduğunu sanıyordu.

İşte, benim zihnimin hasta olmasına bir sebep daha! Hayır, karışmasın zihnimin belirli bir hastalığı yok.

"Ne konuşacağız?"

"Konuştuğun bir kız vardı, ne oldu ona?"

"Çoktan konuşmayı kestik." dediğimde kafasını salladı. Konuşmak istemediğimin farkında gibiydi. Benim ihtiyacım olan soru, nasılsın sorusuydu. Bir başka soru değil.

"Ayran gönüllü huyun bana benziyor biraz. Bende babanla tanışmadan önce öyleydim. Bir hafta birini severken diğer hafta başka birine geçiyordum."

Beni kendinize benzetmenizden nefret ediyorum demedim. Sohbeti uzatmaya çalıştım sadece. Çok nadir olurdu zaten bunlar. Ama bir yandan da içimdeki kişiler tartışmaya koyuldu.

keith |taekookحيث تعيش القصص. اكتشف الآن